Örümcekler ve diğer tuzak kurarak beslenenler dışında, doğal
hayattaki “koşma” eyleminin bütün canlıları kapsayan ikircikli bir anlamı/amacı
vardır: avlanmak veya av olmamak. Alet kullanmayı bilmeyenler için beslenmenin
ve saklanma şansı olmayanlar için hayatta kalmanın tek şartı koşmaktır.
Teknolojiyi üretemediği (veya günümüzde, sahip olamadığı/kullanamadığı)
zamanlarda da insan için koşmak, aynı şeydi(r).
Bütün canlılar gibi, ilkel (veya günümüz) insa(nı)nın da “farkına
varmak” yeteneği ile donatılmış beyni, yeterince çevik de olmayan zayıf
bacaklarının her koşuyu kaybedeceğini deneyim ve gözlemleri ile öğrenir fakat
hiçbir şey yap(a)madan saklanmanın ise “açlıktan ölmek” paradoksuna yol
açacağını da kavrar. Kendisinden güçlü ve hızlı olanları taklit edebilmesinin
hem imkansız ve hem de en fazla onlarla –kısa bir süre için– aynı olabilmekten
öteye geçemeyeceğini gören insan, “farklı olması” gerektiğini anlar ve kendi
sonsuzluğuna(?) kadar sürecek yenilik yaratmak (innovation) sürecini başlatır:
alet yapar ve aletle avlanır.
Tasarlamak (/innovation), ‘fark yaratmak’ amaçlı –günümüzde bile
temel hedefi ‘var olmak/var kalabilmek’ olan, hiç değişmemiş ve değişmeyecek!–
bir tepki eylemidir; insanlığın, doğal paradoksuna (/zaafına) gösterdiği
istemsiz ve bitmeyecek direncidir, kısır döngüsüdür: her fark, bir sonrakinin
ön koşuludur. Ancak, sahip olduğu her fark(lılık) ile var olmanın doğal
mutluluğunu da giderek (biraz daha) kaybetmekte (ve kendisine yabancılaşmakta)
olan insan için artık varolma/var kalma mücadelesine(?) yönelik her tasarımın,
ya kendi içinde veya kendi beraberinde/dışında, mutluluk verici bir başka
farklılığı da taşıması, haz verici (ve hatta kişiye özel) bir niteliğe de sahip
olması ya da salt mutluluk verme amacına kilitlenmiş ve salt bu niyetle
üretilmiş olması beklenir. İşte burada, tasarım eyleminin aşkın hali ortaya
çıkar; tasarım (eylemi, tasarımcıları ve ürünü ile) artık her seferinde kendi
kendisini besleyen ve sadece kendisi (ürün) ile kendisini tasarlayana
(müşterisine) özel (fakat gene de endüstriyel), sadece kendisi ile rekabet
eden, görece basit fakat üretimde karmaşık(lığı gelişmiş bilgisayar yazılımları
ile çözümlenmiş) bir sürece bürünür. Tasarım eyleminin bu aşkın halinde,
birbirine bağlı/bağımlı ve birbirine dönüşümlü iki tasarımcısı olur: ürünün
gerçek sahibi (müşteri/kullanıcı/nihai tüketici) durumunda olan (ve siparişi
ile birlikte, ürüne kendi istediği biçimi/tarzı... veren) stylist ile ürünü
endüstriyel (fakat kişiye yani stylist’ine özel) olarak üretime hazırlayan
profesyonel eğitimli endüstri ürünleri tasarımcısı. Hiç şüphe yok ki söz konusu
ürün (basit değil de) eğer enerjiyi dönüştüren bir nitelik taşıyorsa, üretim
süreci/planlaması, içinde endüstri ürünleri tasarımcısının da bulunduğu (genellikle)
bir mekatronik (veya daha sade bir mühendislik) ekibi tarafından hayata
geçirilir ve böyle bir uygulamada (çoğunlukla sıfırdan değil de) ancak belirli
bir aşamadan sonra bir stylist kendi tarzını (ürünün bir kısmında) ortaya
koyabilir. Enerji ile ilişkisi olmayan basit bir üründe stylist (yani nihai
tüketici) örneğin kendi burun kemiğine uygun bir gözlük talep ettiğinde, bütün
bir formu (ürünün bütününde) belirleme şansına sahip olabilir fakat enerjiyi
dönüştüren bileşik bir üründe, örneğin bir cep telefonunda, böyle bir şansı
yoktur. Gene de umutlar, birkaç on yıllık yakın bir gelecekte, her tür ürüne
her insanın, yani doğal olarak tasarımcılık yetenekleri ile yaratılmış olan her
insanın, kendi adına kendisinin stylist’i olarak sıfır aşamasından başlaması/katılması
üzerine kuruluyor.
Doğal hayatın bütün canlılara dayattığı koşmak (/yakalanmak) veya
saklanmak (/açlıktan ölmek) ikileminden kurtulmuş ve kendisinden fiziksel
olarak güçlü bütün rakiplerini yenmiş olmasına rağmen insan, varoluşsal
paradoksundan kurtulamaz: hayat(ta kalma) mücadelesini, kendisinden farklı
(kendisine rakip) gördüğü diğer insanlara (ötekilere) karşı vermeye başlar. Bu
üstünlük yarışının ise galibi yoktur; insan insana –ve kendisine/kaderine–galip
gelemez. Besin zincirine karışan plastik ve diğer kimyasal atıklar, hava
kirliliği ile ozon tabakasında genişletilen delik, su kaynaklarının arteziyen
kuyuları ile plansızca/bilinçsizce israfı... bireysel veya toplumsal amaçlarla
galibiyet planları yapılır/uygulanırken heba ettiği kaynaklarla insan şimdi,
doğayı katlediyor. Bedelini ise, hızlı ve üstelik yapay/yağlı beslenmenin
getirdiği obezite, kötü kolestrol, kalp-damar hastalıkları gibi fiziksel ya da
uykusuzluk-depresyon gibi ruhsal bunalımları ile kendisine yabancılaşarak
ödüyor: fiziksel olarak en basit canlıdan bile daha aciz olmasına rağmen, spor
sahalarında koşu veya havuzlarda yüzme müsabakaları yapacak kadar kibir de
gösteren bu yabancılaşma süreci, adeta doğa ile alay edercesine, koşmak
eylemini bile (evinde veya spor salonlarında, bireysel olarak) elektrikli koşu
bantları üzerinde yapmaya kadar varıyor.
Korkarım ki gelecekte (tasarımcı olarak yaratılmış/donatılmış,
istisnasız) her insanın, endüstride kendi kendisinin stylist’i olacağı günlerde
bile insanın tatminsizliği/arayışları/mutsuzluğu... gene devam ediyor olacak.
Fakat bugünden bakıldığında, geleceğe dönük en güzel mesleğin de endüstri
ürünleri tasarımcılığı olduğu, hiç itiraz kabul etmiyor.
Bu makale Artvisit Katalogu Aralık 2006 sayısında yayınlanmıştır
Özlem (Yan) Devrim
Endüstriyel Tasarımcı / Trend Danışmanı
Uygulamalı Fütürist (Applied Futurist)
Uygulamalı Fütürist (Applied Futurist)
@trendssoul
Sayfa güncelleme tarihi : 10.01.2016
Sayfa güncelleme tarihi : 10.01.2016