Üniversiteler, özel ve kamusal
teknoloji kurumları ile şirketlerin kendi Ar-Ge birimleri gibi araştırmaya
yönelik bütün kuruluşlar, öncelikle ait oldukları ülkelerin ulusal ve
giderek bütün bir dünyanın global eski
teknolojilerini değiştirir, yenilerini üretir ve yayarlar. Bu etkileşim ağının dışında kalabilmek, bütün
iletişim kanallarının kapatılması gibi imkansız bir önkoşula bağlıdır. Sürekli
gelişen ve artık günümüzde kendi hedeflerini bile bilimsel sıçramaları ile
kendisi koyan teknolojik yenilikler, eğitimden finansman sistemlerine kadar,
piyasa içi veya piyasa dışı, istisnasız
her şeyi etkilerler.
Bu teknolojik gelişme süreci,
kendisini üreten (ve hatta üretmeyen) insan nesillerini etkisi altına alır;
sosyal yaşam, düşünme biçimi ile değerler ve yargılar gibi her konuda
özelleştirir. Dikey analizde bu etkileşimin, insanların psikolojik yapılarından
sosyo-ekonomik konumlanmalarına kadar hemen her alanda ortaya çıktığı,
nesillere bile ad verdiği apaçık ortadadır. Yatay analizde bakıldığında, bu
teknolojik sürece katkı sağlayamayan, üretmeden satın almak zorunda kalan
coğrafyalardaki düşük gelirli
bireylerin, doğal olarak gösterilen imrenme davranışları ile yaptıkları harcamaların
kendi piyasaları üzerindeki etkilerinin de çok olumlu olmadığı görülür.
Dünyanın neresinde olursa olsun,
iletişimden kopamayacağı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalan, giderek
yoğunlaşan psikolojik ve sosyo-ekonomik baskılara maruz bırakılan insan,
yeme-içme ve barınma gibi en temel iki yaşamsal ihtiyacında bile önüne konan
seçeneklerden başkasına sahip değildir. Fakat bu, sadece günümüzün değil, bütün
bir insanlık tarihinin, yarınlarda da devam edecek olan dramı, insanlığın
paradoksudur. Ateşi ve tekerleği ve hatta çeliği bulduğu günden bugüne insan,
sürekli olarak teknolojisini yeniliyor fakat toprağa döneceği güne kadar da hep
kendi eskisinin özlemi ile kıvranıyor. İnsan beyninin bu paradoks ile ilişkisi,
aslında bütün yeniliklerin motorudur fakat mutluluğun anahtarı olup olmadığı tartışılır.
Çünkü bu kendisini besleyen ve doğrulayan çelişkinin girdabı içindeki insan,
eskiye imrenmek kadar sahip olamadıklarına imrenmek gibi bir zaafı da beyninde
taşıyor.
Hayatının -ortalama- 26 yılını uyuyarak geçiren insan, sadece bedenini mi dinlendiriyor?
Yoksa, günün en az iki saatini trafikte,
8-12 saatini işyerinde geçirirken yorulan beyni için mola mı veriyor?
Cevabı profesyonellerine
bırakıp, insanın midesi ile olan ilişkisine bakalım. Bu ilişkinin temeli olan
mutfakların, teknolojik yeniliklerle nasıl da imrenilecek ortamlara
dönüştürüldüğünü hepimiz çok yakından biliyoruz. Fakat, acaba aldanıyormuyuz?
Sahip olduğumuzda, bedel olarak neleri kaybedeceğimizin hesabını yapıyormuyuz?
Beynimiz bize bir oyun mu oynuyor?
Evin gençleri bu değişimi mutlak
surette isteyecek, baskı bile yapacaklardır. Çünkü henüz onların eski anıları
yok, içinde doğdukları ortamdan bıkkınlıkları var. Bugün muhasebe yapmak zamanı
anne babaların, onlar bunu henüz idrak edemezler. Bir annenin, evdeki tek
kalesini terketmesinin, anaerkil egemenliğinden vazgeçerek sınırlarını
açmasının anlamını bilemezler. Kıyıda köşede sakladığı buruşuk kağıtlara gizli
gizli bakarak yemek yapmanın getirdiği gururdan yoksun kalmanın nasıl bir acısı
olacağını bilemezler. Teknolojinin şeffaf olmaya mecbur bıraktığı, adeta hiçbir
sırrı olamayacak kadar ortalıkta yaşamak zorunda bırakılan çağın gençleri, akıllı telefonlarından tarif alıyor ve
gocunmak hiç akıllarına gelmiyor. Büyük olasılıkla lezzet peşinde değiller,
olamazlar da. Şeffaflık, lezzeti değil, farklılıkları araştırmayı gerektiriyor;
lezzet peşinden gelir nasıl olsa. Bu duruma düşen bir annenin, 1980 ve öncesinde doğmuş olduğunu
düşünmek yanlış olmaz. Günümüzde x kuşağı olarak adlandırılan bu annenin nesli,
hiç savaş görmedi fakat her zaman otoriteye saygılı oldular. Kadınların meslek
edinerek çalışma hayatına atılmalarındaki ilk kuşak idiler. Doğum kontrolu bu
nesil ile başladı. Az çocuklu, küçük aileler trendini başlattılar; ekonomik
özgürlük iddiası ile işverenlerin kapılarını aşındırırken kocalarından da
eşitlik talep ettiler. Kendi annelerine garip gelen bu davranış biçimleri ile,
kendilerinden öncekilerin yaşam tarzını yani bütün kollektif düşünce
biçimlerini reddettiler. Fakat mutfaklarını,
o hiç terketmedikleri gizli kalelerini, annelerinden devir aldıkları içgüdüleri
ile ancak buraya kadar getirebildiler. Teknolojiyi sadece gerek duyduğunda
kullanmış olan bu nesil, teknolojiyi her saniye kullanan çocukları tarafından itekleniyor fakat kendilerinin başlattığı bireysellik ve
eşitlik paradigmasının ikinci ayağına yani şeffaflık aşamasına geldiklerini
göremiyor ya da kabullenemiyorlar.
Kendilerinden bir önceki kuşak,
savaş görmüş, acılar çekmiş bir kuşak idi. Her şeyi kollektif düşünür, herşeyi
birlikte yaparlardı. O günlerden kalma deyişle, hepsi birisi ve birisi hepsi
için idi. Bugünün gençlerine, Millenium kuşağına analık babalık yapanlar,
onların bu kollektif felsefesini yıktılar, bireysellik ve eşitlik paradigmasını
getirdiler. Şimdi kendi çocukları, bu paradigmayı yukarı taşıyor, yepyeni ve
alışılmamış değerler katıyor, eski değerleri yerle bir ediyorlar. Hiç şüphesiz,
ilk darbeyi yeme içme alışkanlıkları ve mutfaklar alıyor. Herşeyin şeffaf
olmasının zorunlu olduğu günümüzde, mutfaklar da şeffaf olacaklar: içleri görünecek,
salonun bir köşesine ve hatta tam ortasına bile konacaklar. Garip gelebilir
fakat bunu öncelikle kızlar istiyorlar. Çünkü hiç kimseye, kendi çocuklarına
bile hizmet etmek istemiyorlar.
Beyin bu kadar değişebilir mi?
Yoksa bunu zaten beyin mi istiyor? Bu trendin sonu yeni bir paradigmaya gebe
olabilir mi? Gelecekte mutfak diye bir yer kalmayacak mı? Bütün bu ve benzer
soruların cevabı çok basit: yükselen her paradigmanın, maksimum bir tepe
noktası vardır. Bu tepe noktasına yaklaştıkça, çıkış yavaşlar çünkü sistem
kendisini taşımakta giderek zorlanmaya başlar.
Bir yandan kendi artan ağırlığı
ile hantallaşırken öte yandan, dipten gelen yeni paradigmanın dalgaları ile
giderek daha fazla sarsılmaya başlar ve nihayet yıkılır. Bu eğriyi gözlemlemek,
özel bir ihtisastır, özel bir çalışma alanıdır: üniversiteler, özel ve kamusal
teknoloji kurumları ile şirketlerde faaliyet gösteren istisnasız bütün Ar-Ge
birimlerinin, konu ile ilgili araştırmalarının takip edilmesini gerektirir. Bu
çalışmaları yapan biri olarak, önce kapalı ve sonrasında şeffaf, günümüzün
bütün mutfak terminolojisinin önümüzdeki 50 yıl içine mutlak surette
değişeceğini, hatta tamamen biteceğini iddia ediyorum. Bu, benim arzum değil,
gelecek çalışmalarımda ortaya çıkan bir zorunluluk.
Özlem Yan Devrim
Endüstriyel Tasarımcı - Tasarım ve Trend Danışmanı
Applied Futurist
www.trendssoul.com