15 Kasım 2015 Pazar

OFİS TRENDLERİNDE GELECEĞİN ŞİFRELERİ

Yüzyılımızın global trendi, giderek kirlettiğimiz dünyamızda, çevresi ile bütünleşen/kaynaşan ve toplumun yaşam kalitesini de arttıran binalar inşa edilmesini dayatıyor. Bu (zoraki) trendin yarattığı süreçde, geliştirilen teknolojik çözümlerin anında ve olabildiğince tümden kullanılması ile günümüzde akıllı (smart) olarak tanımlanan binalar inşa ediliyor. Bu tür binalar, aynı zamanda yeşil (green) de oluyorlar çünkü akıl, doğa ile barışmayı emrediyor. Daha az enerji kullanan, kullandığı enerjiyi yenilenebilir (renewable) kaynaklardan kendisi sağlayan, atıklarını (mümkün olduğunca) dönüştürerek alt yapısı çevreye zarar vermeyen bu binalarda yaşayan/çalışan insanlar daha sağlıklı, daha mutlu ve daha verimli oluyorlar; en azından, vicdan azabı çekmedikleri için!..

Gariptir ki bu global trend, yukarıda parantez içinde gösterdiğim "zoraki" tamlayanı ile diğer bütün trendlerden, bildiğimiz bütün trend kavramlarından farklı olduğunu adeta haykırıyor. Ekonomik sistemlerin dayatmalarının tam tersine, hiçbir ticari çıkar amacı yok ve hiçbir şekilde gelip geçici heveslerden oluşmuyor. Fakat binanın işletme masraflarında inanılmaz bir tasarruf ve içindeki insanların motivasyonlarında müthiş bir ivme ile yarattığı sinerji, sistemle akıl almaz bir çelişki sergiliyor. İnsan(lık) doğa ile rekabete girişmiş olmasının kendisine neler kaybettirdiğini teoride değil, pratikte anlıyor ve ekonomik sistem(ler)ini, kendi içinde birbirlerine karşı değil fakat doğa ile barıştıracak şekilde yeniden yapılandırması gerektiğinin bilincine varıyor: rekabette kurallar yeniden yazılıyor.

Amerika'da, bu akımın (dünya bazında) öncüsü bir kurum var: The Green Building Council (USGBC / Amerika Yeşil Bina Konseyi). Tamamen gönüllü kişi ve kurumlardan oluşan, çok geniş kapsamlı bu kuruluş, LEED (Leadership in Energy & Environmental Design) adlı, katılımcıları arasında beş kategoriden oluşan bir sıralama/puantaj (ranking) sistemi uyguluyor. Global anlamda rekabet eden bütün kişi, kurum ve şirketler bu liste içinde yer almak için mücadele ediyorlar; bu kurumdan sertifika almak için çırpınıyorlar; demiştim ya, rekabette kurallar yeniden yazılıyor.

Ofisler, yani insanların birlikte çalıştıkları mekanlar, artık sadece fiziksel anlamda değil fakat zihinsel kaygılar da gözetilerek tasarlanıyorlar. Bir zamanlar, hem de çok uzun zamanlar, yapı tasarımında baş yapıt olan Ernst Neufert'in rehber kitabı elbette gözden düşmedi ama artık bir "başyapıt" olmadığı da çok açık. Neufert için tek kaygı, insan ergonomisi idi. Örneğin, üç insanın yanyana inip çıkabileceği bir merdiven basamağının minimum genişliğini (ve optimal yüksekliğini) verir(di). Oysa ki günümüzde, bu basamaklarda iki kişi oturmuş sohbet ederlerken bir üçüncü kişinin koşarak nasıl inebileceğinin masalsı hesapları da işin içine katılıyor artık. Zihinsel kaygıların planlara girmesi, insan mutluluğunun olmazsa olmaz bir önkoşul olarak verimlilikte yer alması demek. Bir yandan insan verimliliği arttırılırken, bir yandan da binaların teknolojik yeniliklerle donatılması, enerji maliyetlerini düşürürken dünyamızı da rahatlatıyor ve ekonomi, makas değiştiriyor. Çalışma saatlerinin esnekleştirilmesi, kişiye özel hale getirilmesinin yanı sıra, çalışanlarının işyerine hiç gelmesini istemeyecek kadar ileri giden şirketler de var. Öyle veya böyle, şehir trafiğine ve yakıt tasarrufuna katkıda bulundukları inkar edilemez. Akıllı binaları dayatan global trendin bir alt çıktısı da bu: kısır döngüler bitiyor, kalite ön plana çıkıyor.

Gene de ofislerin varlığından vazgeçebilmek mümkün değil. Rahat çalışma koltukları, ayarlanabilir hareketli masalar, kişiselleşen aksesuar ve mobilyalar için alternatifler...  bütün bunlar vazgeçilmezler. Bir zamanların bu fiziksel (fakat estetik)  içerikli, hemen her yıl değişen/gelişen trendleri, artık kendi başlarına çok şey ifade etmiyorlar. Eskiden sadece patronların arzu ve zevkleri ile bütçelerine göre tasarlanan ofisler, çalışanlar tarafından itirazsız bir şekilde kabul edilirdi ama günümüzde böyle bir nesil yok. Hiç savaş görmemiş yeni kuşak, zihinsel sağlığının da ofis tasarımında rol oynaması gerektiğini dayatıyor ve psikologlar, mimarlar, ekonomistler, çevreciler... herkesten destek buluyorlar, çünkü haklılar. Patronların da patronları var;  zincirleme bir reaksiyonla iş dünyası kabuk değiştiriyor ve dünyamız da rahat bir nefes alma yolunda ümitlerini kaybetmeden bekliyor.

"Ofis trendleri nelerdir?" sorusunu, "insan çalıştığı yerden ne bekler?" şekline dönüştürdüğümüzde, hemen her düşünen/çalışan insanın vereceği cevaplar aynı şeyler olur. Aşağıda bunları konu başlıkları olarak sıralayacağım fakat mutlaka bilinmesi gereken bir şey var: bir mimarın ­­ -adeta "sihirli" diyebileceğimiz-  değneği olmadan, hepsini yapmak imkansız görünüyor.

Havalandırma ; ofiste sonunan hava temiz, sabit sıcaklıkta, uygun rutubet oranında olmalı ve üflenti / rüzgar tarzı hisler yaratmamalı, dikkat dağıtmamalıdır.

Yeşil ofis; ofiste mutlaka bitki ve/veya çiçekler olmalıdır.

Doğal ve soft ışık; Daylight ışıklar ile tanışana dek parlak ışıkların altında ışıldayan ofis insanı, günümüzde ve yakın gelecekte doğal ve soft ışığın adeta sakinleştirici atmosferinde çalışmak konusunda ısrarcı olacaktır.  

Ayarlanabilir Masalar; Ofislerdeki değişen farklı iş şekillerine/mesleklere ve farklı zamanlı çalışan profiline uyum sağlayabilecek ürünler olarak kimi zaman bir banko kimi zamanda pc masası olarak kullanılabilecek ürünlerdir. Sadece iş şekli değil kişilerin fiziksel yapılarına uygun en efektif ve ergonomik çözümleri sunmalıdırlar  

Modern toplantı ve konferans salonları; Özellikle verimli toplantılar için (herkes için aynı) konforlu koltuklar ve/veya rahat yastıklı sandalyeler; renkli objeler ile donatılmış, ferah, bahçeli ve/veya bahçe havasında naturel bir ortam; herkesin birbiri ile göz temasında olabileceği, fırsat eşitliğini sağlayacak yatay bir yerleşim düzeni sağlanması gerekiyor.

Duvarlar;  nötr renk duvar boyaları ve çok dikkat çekmeyen ama ortamı rahatlatan tabloların asılmış olması ortamı klostrofobik olmaktan uzaklaştıracaktır.

Gürültü Faktörü;  açık ofislerin trend olduğu günlerden bugünlere bakıldığında birçok olumlu ve olumsuz yorum alabiliriz. Çoğu insan bu tarz ortamların fayda veya sıkıntılarını yaşamıştır. Çalışanların, hayatlarının önemli bir kısmını geçirdikleri ofislerdeki en büyük sıkıntıları, gürültüdür. Bu kavram, kişinin duymak istemediği her türlü sesi kapsar; hayat kalitesini de iş kalitesini de olumsuz etkileyen bir faktör
olarak açık ofislerin dezavantajıdır. Bilinçli ve otokontrol yeteneğini geliştirebilmiş kişilerden oluşmayan çalışma grupları bu yerleşim düzeninden kaçınmalı ya da akustik paneller vb. elemanlar kullanarak gürültüyü perdelemek yollarını araştırmalıdırlar.   

Eğlence; Açık ofisler, çalışanların birbirlerinden sıkılarak rahatsız olacağı ortamlara dönüşme riski taşırlar. Herkese özel bir odanın verilemeyeceği kalabalık ekiplerde, bireyler arasında etkileşimi teşvik edebilecek, kaynaşmayı sağlayabilecek önlemler alınmalıdır. İşyerlerindeki anlaşmazlık ve hatta kavgaların çıkış sebeplerinden en önemlisi, yerleşim düzenindeki uyumsuzluktur. Çalışanlar arasında karakterleri birbirlerine taban tabana zıt olanlar yanyana getirilmemelidir. Bütün çalışanların birbirlerine kaynaşabilmeleri için, küçük müsabakalar, minik partiler ve benzer/hoş etkinlikler düzenlenmelidir.

Ofis Düzeni; ofislerde yaşanan çatışma ve krizlerin ofis yerleşim düzeniyle çok yakından ilgili olduğu kanıtlanmıştır. Fakat bireylerin bireylerle etkileşimlerinin ötesinde, bireylerin ortam ve eşya ile ilişkisi de göz önüne alınmalıdır. Aşırı aydınlığı sevmeyen birinin pencere kenarına oturtulması, o kişide gerginliğe sebep olabilir. Bilgisayar ekranının herkesçe görülebilir olması, bazı kişilerde (lüzumsuz da olsa) huzursuzluk yaratabilir. Renkler, formlar, dokular, malzemeler... her çalışanda aynı etkiyi yaratmazlar.  İnsan(lar)la birebir / insanın birebir / insana birebir.. çalışanların oluşturduğu ekiplerde psikolog desteği olması gerekip gerekmediği sorulması gereken ilk sorudur. Yanıt bellidir: işveren, psikolog yardımı olmadan bu sorunlarla baş edemez.

Son söz

Bütün yukarıda sıralamaya çalıştığım trendler (ve daha fazlası), işveren için fazladan maliyet içeren uygulamaları gerektiriyorlar. Akıllı binalar için yapılan extra masraflar -getirdikleri prestij bir yana-  zaman içinde mutlak surette kendilerini ödüyorlar. İşveren, akıllı binaya yatırım yaptığında, otomatik olarak ofis düzenini de binaya uyumlu hale getirmesi gerektiğini biliyor: en iyi randıman için, her iki yatırımın, birlikte yapılması gerekiyor. İşte burada, insan faktörü öne çıkıyor. Bu binalarda, günümüzde Y jenerasyonu çalışıyor. Fakat bu jenerasyon, sanıldığı gibi homojen değil. Büyük bir çoğunluğu, daha eski jenerasyonların kalıntılarını hala üzerlerinde taşıyorlar. Y jenerasyonu, kendi içinde büyük kutuplaşmalara sahip, özellikle gelişmekte olan ülkelerde.

Neyse ki 2000 lerden günümüze Z jenerasyonu da 15 yaşını bitirdi. Y jenerasyonunun kendilerine bırakacağı relax ofis / ofis / çalışanların ofise gelmediği ofis...  gibi kavramları Y’lerden miras olarak alacak ve Y’lerin kurdukları bu ofisleri geliştirerek birlikte çalışacaklar.  Bu alanları, içlerinde doğdukları üstün teknolojiye yakınlıkları ve sosyal iletişim yetenek ve kapasiteleri ile birleştirecekler. Tamamen arınmış oldukları, sırtlarında taşımadıkları kalıntıların hafifliği ile dünyayı ve insanlığı kurtaracaklarını ümit ediyorum. Rekabetleri kuşaklarla değil, dünya için elele ve sadece kendi aralarında olacak. 


Birkaç on yıl sonra, akıllı binalara da ihtiyaç duymayacakları; özel hayatlarının yanısıra iş hayatlarını da oturdukları yerden yapacakları konusunda çok ciddi teknolojik sinyaller alıyorum. Umarım, tarih okurken, bizlere de birazcık minnet duyarlar.


Özlem Devrim
Trend Danışmanı & Endüstriyel Tasarımcı


www.trendssoul.com