CRADLE TO CRADLE = VIRTUOUS CIRCLE = ZOOPHARMACOGNOSY
BEŞİKTEN BEŞİĞE = ERDEMLİ DÖNGÜ = HAYVANLARDA DOĞAL TEDAVİ
Karada yaşayan bitkiler ve hayvanlar, 400 milyon yıl önce
görülmeye başladılar. Hayvanlar, bitkilerin dokularını ve enerji depolarını
sömürmek üzere evrimleştiler. Buna karşılık bitkiler, içinde toksinlerin de
bulunduğu birçok savunma sistemleri, yol ve yöntemler geliştirerek kendi evrim
süreçlerinde kendi varlıklarını korudular ve ürediler.
Bu toksinler, bitkinin büyümesi, hayatta kalması ve üremesi için
kritik bir önemi olan yapraklar gibi bazı organlarda çok yüksek yoğunlukta
görülürler. Bitkinin çıkarları için vazgeçilmez olan tohumların yayılması
amacına hizmet etmek üzere, otçul hayvanlar tarafından tüketilmek için
evrimleşmiş olan olgunlaşmış meyveler gibi diğer organlarda ise düşük
yoğunluktadırlar.
Kafein, nikotin, kokain ve esrar gibi bitkisel uyuşturucular,
toksinlerin alt grubuna aittir ve otçul hayvanların sinir hücrelerindeki sinyallere
müdahale etmek, sinyalleri birbirlerine karıştırmak, sinyalleri
anlamsızlaştırmak üzere evrilmişlerdir. Bu toksinler, otçul hayvanlar için
yaşam desteği veya ödül değildirler; tam tersine, otçul hayvanları bitki
tüketiminden vazgeçirmek için üretilirler.(01)
İnsanlar olarak biz, pekçok şeyi kendimize bahşedilmiş olarak
hazır buluyor ve alıyoruz. Her ne zaman bir boğaz ağrısı çeksek, yüksek ateşle
yatağa düşsek, mide ağrısı ile dehşete kapılsak, ağrılar içindeki vücudumuzla
hemen arabamıza atlıyor ve doktoru görmeye gidiyoruz. Hayvanların böyle
bir lüksleri yok. Bunun yerine evrimsel anlamda uzmanlaşıyorlar ve topraklar,
mineraller, karada veya su içinde/kenarında yaşayan her türlü bitkiler ile
tabiatın sunduğu diğer bütün çareleri deneyimliyor, sezgileriyle edinerek içselleştirdikleri bilgileri içgüdüleriyle
nesilden nesile aktarıyor, ağrılarını/acılarını iyileştiriyorlar.(02)
İnsan olmayan omurgalıların kendi kendilerini ilaçla tedavi ediyor
olabilecekleri (self-medication) düşüncesi ilk kez Daniel H. Janzen (1978)
tarafından ortaya atıldı (03 & 04). Günümüzde, bazı hayvanların,
belirli bitkilerin, toprakların, böceklerin kendi hastalıklarını tedavi edici
özelliklerini bilmelerine, bu bitkileri doğada arayıp bulmaları ve
kullanmalarına Zoopharmacognosy deniliyor. Bu terim, Cornell
Üniversitesinde biochemist ve profesör olan Eloy Rodriguez tarafından
türetilmiş.(05 & 06)
Dünyanın her yerinde, efsanelerde ve halk öykülerinde, tanrısal
veya tabiat üstü özelliklere ve kuvvete sahip pek çok hayvandan bahsedilir.
Amerika’nın güney batısında Navajo’lar arasında, kültürlerinde bir hayli saygın
ve çok ulu bir hayvan ruhu olarak yer alan ayının, ilaç olarak kendilerine
Ligusticum porteri (07) bitkisini verdiği söylenir. Gerçekten de Kuzey Amerikan
kahverengi ayıları ile Kodiak ayılarının, bu bitkinin kökünü çıkarmak için
toprağı kazdıkları, çiğnedikleri ve ağızlarından çıkardıkları özsuyu bütün
yüzlerine ve kürklerine sürdükleri bilinir.(08)
Doğa, kendi başına adeta bir ilaç dolabı. Bu nedenle biz insanlar,
hem doğayı birlikte paylaştığımız hayvanları ve hem de doğanın kendisini
korumak zorundayız. Zoopharmacognosy henüz tam anlamıyla olgunlaşmış bir bilim
dalı değil fakat istisnasız herkes tarafından bilinmesi, öğrenilmesi ve
doğal ortam ile biyolojik çeşitliliğin korunmasının söz konusu olacağı
istisnasız her projede mutlak surette göz önünde bulundurulması gerekiyor. Bu
hassasiyet, sadece doğal ortamın ve içinde barındırdığı biyolojik çeşitliliğin
estetik güzelliğini korumak amacı ile sınırlandırılamaz. Kuş seslerini artık
duyamıyacak olmanın ötesinde, insanın kendi türünü devam ettirip
ettiremeyeceği problemi ile de karşı karşıyayız. Çünkü doğal çevre ile
biyolojik çeşitlilik, kuş seslerinin ve rengarenk çiçek bahçelerinin ötesinde,
gözlerimizle göremediğimiz ve duyularımızla algılayamadığımız pek çok tehlikeyi
de içinde barındırıyor. Neredeyse atom seviyesinde mikroskobik bir hayat var ve
sayısı belirsiz mikrop, virüs, parazit çeşitleri, dengesi bozulacak bir
ortamda, insanın sonu olabilir. Biz, yaklaşık 400 milyon yılda oluşmuş bir
dengeyi, birkaç on yılda bozmak konusunda dev adımlar attık. Günümüzde,
iki veya üç nesil sonra neler getireceği bilinmeyen, genetiği
değiştirilmiş gıdalarla beslenmeye zorlanıyoruz.(09) Gıdaların genetiğinin değiştirilmesindeki
temel amaç, bitki zararlılarına (ve kuraklılığa!..) karşı önlem almak ise, 400
milyon yıldır bu bitkiler nasıl hayatta kalabildiler, sorusuna ciddi bir cevap
vermek gerekiyor. İnsana tiksinti verebileceği iddia edilebilir, hatta insan
yiyecek olursa ölümcül hastalıklara kapı aralamış da olabilir fakat bir
solucan, toprağı havalandırıp verimliliğini arttırıyorken ve üstelik doğal
ortamda kendisi ile beslenen bir tavuk yenildiğinde insanı asla
zehirlemiyorken, zoopharmacognosy konusunda bilgisiz ve/veya duyarsız olmak
nasıl açıklanabilir?
Cradle to Cradle felsefesi, benim deyişimle “erdemli döngü” işte
tam burada insanın aklına düşmeli: hayvanlarla tabiat arasındaki ilişki
(zoopharmacognosy), 400 milyon yıllık doğal bir süreç. İnsanoğlu bu sürecin
neresinde, hangi tarihte sahneye çıktı, bilimsel anlamda kesin bir cevabı yok.
Dinsel inançlar doğrultusunda farklı tarihler olabilir ama tartışmak
gerekmez, çünkü insan mutlak doğruyu asla bilemez. Fakat bilinen ya da
düşünen herkesçe kabul edilecek basit bir gerçeklik var: insanoğlu sahneye
çıktığından beri dünyayı kirletiyor. Giderek uzmanlaştığı bilim ve teknoloji
ile ürettiği eşyalar, alet-araç-barınak vb. bütün elemanlar ile, gerek
üretirken ve gerekse kullanım sonrasındaki atıklarıyla, dünyayı bir çöplüğe çeviriyor. Hayvanlar ile tabiat arasındaki 400
milyon yıllık sürece ve dengeye hiç katılmadığı gibi, bu dengenin her iki
tarafındaki elemanlara da zarar veriyor. İşte burada, katkıda bulunmak bir yana
(ki imkansız!..) hiç değilse bilim ve teknolojisi ile bu dengeye daha fazla
zarar vermesin diye, Cradle to Cradle (Erdemli Dönüşüm) felsefesi devreye
giriyor. “Hiç değilse daha fazla atık üretmeyelim, artık yeter!..” çığlığı bu.
Atıkların, kabul edilebilir düzeylere kadar azaltılması yolunda
ilk adım, 1965 senesinde Amerikan Kongresi’nde kabul edilen “The Solid Waste
Disposal Act (SWDA)” kanunudur. Avrupa kıtasında ise atıklar konusu, İsviçreli
mimar Walter Stahel ile Genevieve Reday tarafından yazılan ve Brüksel’deki
Avrupa Komisyonu’na 1976 yılında sunulan bir araştırma raporunda, ilk kez dile
getirildi. ‘The Potential for Substituting Manpower for Energy’ isimli bu
raporda yazarlar, circular economy (döngüsel ekonomi) adını verdikleri bir
taslak ekonomi modeli üzerinden iş yaratma, ekonomik rekabet, kaynakların
korunması, atıkların önlenmesi konusundaki öngörülerini dile getirdiler. Bu
rapor, 1982 senesinde ”Jobs for Tomorrow, the Potential for Substituting
Manpower for Energy” adıyla bir kitap olarak yayımlandı. Günümüzde bu
faktörler, sürdürülebilir kalkınmanın 3 temel direğine gönderme yapıyorlar:
ekolojik, ekonomik ve sosyal uyumluluk(10).
Bu dergide yayınlanan “Tarihsel Süreci İçinde C2C’nin İzini
Sürmek” adını verdiğim yazı dizisini, bu üçüncü bölümü ile burada
sonlandırıyorum. Gerçekten ciddi ve hatta minik anlamıyla akademik bile
sayılabilecek bu dizi ile, kendi varlığının bilincinde ve sorumluluğunda olan
bütün okurların bu konuya dikkatlerini çekmek istedim. Çünkü inanıyorum ki bu problem,
yediden yetmişe topyekün, bütün dünya insanlarının ortak bir endişe ile
sahiplenmelerini gerektirecek kadar ciddi ve ertelenemez. Tepeden aşağı değil,
aşağıdan tepeye doğru, bütün insanların bilinçlendirilmesi gerekiyor.
Yazabilenler yazarak, konuşabilenler konuşarak, sanatçılar eserleriyle... Evde,
işyerinde, seyahatte... Anneler ninnileriyle... Hepimiz “bana ne!..” deme
lüksüne sahip olmadığımızı birbirimize her fırsatta hatırlatmakla yükümlüyüz.
Siyasi erkten ve ekonomik egemenlerden öncülük bekleyerek umursamaz bir tavır
koymak, eşyanın tabiatına aykırı olur çünkü her iki güç de tabanlarına göre
davranmak zorundadırlar. Elbette uyarmak ve doğruyu göstermekle, yapmakla
yükümlüdürler ama ata sözümüzde dendiği gibi “ağlamayan çocuğa mama
verilmez!..” Üstelik, dizinin ilk bölümlerinde de bahsettiğim gibi,
siyasiler oy almaya ve ekonomik egemenler para kazanmaya mecburdurlar: onlara
bu garantileri veremezsek, ilk adımı onlardan beklemeye hakkımız olabilir mi?..
Kaynaklar:
Bu makale Konsept Projeler Dergisi, Temmuz / Ağustos 2014 sayısında yayınlanmıştır.
Dergi sayfalarını görmek için >>
Özlem Devrim
Endüstriyel Tasarımcı / Trend Danışmanı
Uygulamalı Fütürist (Applied Futurist)
Uygulamalı Fütürist (Applied Futurist)
@trendssoul
Sayfa güncelleme tarihi : 10.01.2016
Sayfa güncelleme tarihi : 10.01.2016