31 Aralık 2013 Salı

OFİSLERDE Y DEVRİMİ

OFİSLERDE Y DEVRİMİ

Günün 24 saate bölündüğü bir dünyada sürekli zamanla yarışarak yaşıyoruz. Bu yarışta galip geldiğimiz günler çok az; pek çoğumuz, Alis Harikalar Diyarı’nda her zaman geç kalan beyaz tavşana benzemeye   başladık, sürekli bir yerlere koşuşturan, işlerini yetiştiremeyen insanlara döndük. 

Zaman, geri dönüşü olmayan bir süreç. Başarılı olabilmek için dakikalarına varıncaya kadar planlı kullanmak, boşa harcamamak lazım. Bunu söylemek kolay; fakat yapmak, yani zamanı yönetmek hiç de öyle basit bir iş, hele doğuştan kazanılmış bir yetenek ya da bir beceri asla değil. Sosyal, kültürel, psikolojik, ekonomik... kişisel hayatlarımızı nasıl yönetebileceğimiz konusunda büyüklerimizden öneri, destek ve eğitim almak zorunluğumuz var çünkü içgüdülerimizde böyle bir kodlama yok.

Ekonomik faaliyetlerin yerel ölçekte kaldığı yakın zamanlara kadar iş hayatında çalışma saatlerini, yerlerini, düzenlerini, koşullarını... belirlemek, yani zamanın nasıl yönetileceğine karar vermek, sadece işverenlerin tekelinde idi; işyerlerindeki verimlilik, işverenlerin kişisel yetenekleri kadardı ve çalışanlar bunu sorgusuz kabul eder, maaşlarını almaktan başka bir şey düşünmezlerdi.

Ekonomik faaliyetlerin global ölçeklere ulaştığı günümüzde, proje / üretim / yönetim... süreçlerine dahil edilmeyenler, başarısız / verimsiz işletmelerde çalışmak istemiyorlar. Seri üretim yapılan fabrikalarda, çoğunluğu  robotlarla işbirliği içinde, el emekleri ile çalışanları bir kenara bırakacak olursak, ofislerde artık işverenlerin hegomonyasına karşı bir direniş var: kendi çalışma ortamlarını ve koşullarını kendileri belirlemek istiyorlar. Fiziki ve görsel konfor ile stresi azaltan detayların, o eski şık ve kaliteli cool ofis kavramının yerini almaya başladığı son 10 yılın ofis trendleri, yeni kuşakların getirdiği yaklaşımlarla şekilleniyor. 

Artık neredeyse hepimizin duyduğu ve bildiği “Y” kuşağının iş hayatına girişi, özel veya tüzel işletmelerde, işverenler veya vekilleri konumundaki insan kaynaklarının klasik tutumlarını değiştirmelerini dayatıyor.  Aslında bu, tek yönlü bir  zorunluluk değil. Globalleşme sürecinde işverenler, tek başlarına, kişisel bilgi ve becerileri ile global rekabette etkili ve yeterli bir oyuncu  olamayacaklarını gördükçe, global dünyanın ürettiği “Y” kuşağının, ofislerinde kendilerine küçük bir “globe”  yaratmalarının faydalı olacağını kabul etmeye başladılar. Bu iş biçimi, karşılıklı bir menfaat paylaşımı anlamına geliyor çünkü “Y” kuşağı da ancak bir “globe” da çalışabilir; verimli, üretken, yaratıcı... olabilir. İşverenin global rekabette etkin bir oyuncu olma isteği ile global dünyanın nimetleri ile büyümüş  “Y” kuşağının kendisini huzurlu ve mutlu hissedebileceği bir ortamda çalışmak arzusu, küçük “globe” larda yaşam koşullarına kavuşuyor ve kapalı kutulara benzeyen ofis kavramını giderek bitiriyor. Çalışanların kendilerini kendi evlerinde gibi hissedebileceği, benimseyebileceği ofislerde ortaya çıkan verimli iş sonuçları da gösteriyor ki çalışanlar; kendi çalışma saatlerini, yerlerini, düzenlerini, koşullarını... belirlemekte işverenlerden daha fazla ağırlığa sahip olduklarında, karşılığını da fazlasıyla verebiliyorlar.

Günümüzde, ofislerin fiziksel  yapılandırılmasında, çalışanların kendi arzu ve iradelerine uygun kendi ortamlarını yaratmalarına izin veren, hatta teşvik eden işverenler, kapalı kutuya benzeyen ofislerde üretilen katma değerlerin kat ve kat ötesine ulaşabiliyorlar. Üstelik, kapalı kutularda verimlilik için çırpınan işverenlerle taban tabana zıt biçimde, hiçbir zahmet ve sorumluluğa katlanmadan, sadece hedefi göstererek başarıdan başarıya koşuyorlar; çoğu zaman, kendi akıllarına bile gelmeyen, hiç gösterilmemiş hedefleri bile yakaladıkları oluyor. 

Bu yeni iş felsefesi giderek yerleşirken, eski kavramların da altını oyuyor: “Y” kuşağı kendisini bir işverenin çalışanı olarak değil, içinde yer aldığı “globe”un bir parçası olarak görüyor. Aidiyet ve sahiplenme gibi kavramlar içerik değiştiriyorlar.  Global dünyada artık işverenlerin kişisel rekabeti değil, “globe” ların rekabeti konuşuluyor. Ekonomik bağımsızlığını elde etmek için çalışmıyor “Y” kuşağı, global rekabette global bir rol alabilmenin hazzı için  “globe” unu sahiplenerek  bütün hünerlerini ortaya döküyor. Sosyal hayatında giderek kişiselleşen ve yalnızlaşan “Y” kuşağı insanı, global dünyada yepyeni bir paradox yaratıyor: kendi “globe”unu sahiplenerek diğerleriyle  rekabete  girmek için “kitlesel” hareket ederken,  kendisiyle işbirliği içinde olan diğer bütün oyuncularla tek başına rekabete girerek salt “bireysel” davranıyor. Artık -eskiden olduğu gibi- çalışanlar arasında bir işbirliğinden söz etmek kesinlikle mümkün değil ve asla olmayacak.

Ofislerimizin 10-15 yıl öncesine kadar varolan tarzını betimlemek gerektiğinde, bir paravan ya da duvarla genellikle soluk renkli bir duvarla- bölümlenmiş bir alan gelir çoğu çalışanın aklına. Paravan ya da duvar —her neyse— bir statüko belirleyenidir; çalışanlar arasında yetki, yeterlilik, sorumluluk... alanlarını belirler. Kapılarında isimlikler bulunan odalar vardır. Bu kapıların önlerinde, üst kademeye aidiyetin arttığı oranda azalan / yanlızlaşan çalışanlar ya da bekleyenler bulunur. O kapılar, kademe / ünvan yükseldikçe yaklaşılması dahi güçleşen korkutucu simgelerdir; adeta devleşerek çalışanı ezer geçerler; çünkü onlar, “baby boomer” ların simgeleridir. “X” kuşağı, Baby Boomer yöneticilerle bu hiyerarşik çizgilerde tanıştı ve çalıştı. Fiziki ofislerin aynalandığı katı kişilikler de bu ortamlarda oluştu.

Son 5-10 yıllık dilimde ise “Y” kuşağının “X” kuşağı yöneticilerle çalıştığı ve yeni ofis ortamlarının, yeni çalışma sistemlerinin uygulamada görülmeye başladığı dönemlerdir. “X” kuşağı “Baby Boomer” kuşağı ile çalışırken edindiği katı kuralları “Y” kuşağı ile çalışırken törpülemek ve zaman içinde tamamen yeniden yapılandırmak zorunda kaldı. Çünkü “Y” kuşağı, iş hayatında hiç görmediği bir yaşam formunu dayatıyordu: “X” kuşağının iş disiplini konusundaki muhafazakar tutumumunu görmezden geliyorlar, tek tip olmayı reddediyorlar,  “X” kuşağı üzerinde etkili, zorlayıcı, kabullenilmesi ve çalışılması zor bir baskı kuruyorlar fakat işlerini mükemmel bir şekilde yapıyorlar ve yaparken de  eğleniyorlar.

1980-1999 yılları arasında doğmuş ve bugün iş yaşamı içinde oluşan farklılıkların temel kaynağı olan “Y” kuşağı ofislerin, yeni çalışma ortamlarının şekillenmesinde özellikle konforun ve özgürlüğün çalışmayı teşvik edici etkenlerin ön planda tutulduğu ortamlarda çalışmak istiyor. Özgür ve rahatlarına düşkün olduğu oranda da inanılmaz çalışkan ve sorumluluk bilincine sahip bir kuşak olduklarını kanıtladılar ve yaratıcı iş çıktılarının yaratıcı ortamlarda oluşacağını Baby Boomer kuşağına bile kabul ettirdiler. Baby Boomer kuşağının alışık olduğu, “X” neslinin sorgulamadan kabullendiği, “Y” nesli tabiriyle ‘sıkıcı’ ofisler ve toplantı odaları onlara uygun değil; iş saatlerini ve toplantılarını mümkün olduğunca ferah ve konforlu ortamlarda geçirmek istiyorlar. Zorunlu olmadıkça fiziki ortamlara yanaşmıyor, sanal ortamları tercih ediyorlar. Baby Boomer kuşağının sabırla ördüğü ve “X” kuşağının bilgisi ile yücelttiği iş deneyimleri yumağı bugün “Y” kuşağı tarafından itinayla çürütülüyor, tüm bildik kaleler yıkılıyor. İş hayatı “Y” kuşağının yaşam felsefesini iş yaşamına sokmasıyla birlikte tümden yenileniyor. Konforlu ofis ortamları, verimli çalışmaya teşvik amaçlı düzenlenmiş mola alanları ve hatta serbest çalışma saatleri gibi akla gelebilecek her türlü konfor ve kolaylık, yeni kuşak çalışanını verimli ve başarılı olması için güçlü birer motivasyon aracı olarak görülüyor.

“Y” kuşağı yaptığı iş ve ürettiği ürün-çıktı ile kendini yansıtıyor; başarısı ile bağ kuramadığı durumlarda verimliliği düşüyor, işe bağlılık, sadakat sorunları yaşıyor: maddi tatminin yanında manevi tatmine de çok önem veriyor. Çalışma ortamından manevi olarak doyum almaya çalışıyor. İş saatlerinin esnek olmasını, kararlarda ortak söz sahibi olmayı isteyen “Y” kuşağı, işyerlerinin dekorasyon kurallarını da esnetiyor: rahat ve ergonomik koltuklar, eğlenceli ve yaratıcı dinlenme alanları, keyifli molalar yaşatacak yeme-içme mekanları, sosyal ilişkilerin kurulduğu, sohbetlerin yapıldığı yemek salonları, spor-aktivite salonları ve bu salonlarda düzenlenen spor etkinlikleri, fonksiyonel olduğu kadar duygulara da hitap eden çalışma masaları ve elektronik eşyaları... istiyor. Fakat bütün bu isteklerini kendilerinin, yeni jenerasyon kuşağın iş ortamından özel beklentileri olarak görmüyor, bu jenerasyonun iddiası “zaten ofislerin doğal ortamı bu olmalıdır. Normal budur!”

 “Y” kuşağı ofis insanı, ofis mobilyalarında belirli kriterlerin olmasını talep ediyor. “Y” kuşağının karakteristik  “daha fazlasını istemek /azla yetinmemek” özelliği, mobilyaların şekillenmesinde de önemli bir etken oluyor. Özgür ve talepkar karakterlerini haklı çıkarırcasına “Y” kuşağı çok çalışkan, uzun saatlerini çalışarak geçirebiliyor. Konsantrasyon ve konfor yaratan ortam talepleri  çok yerinde çünkü motivasyon ve konsantrasyon duyguları paralel çalışıyor, birbirlerini besliyorlar. Geçmişte kullanılan basit ofis mobilyaları, yerini insancıl ürünlere bırakmaya başladı. “Y” kuşağı saate bakarak değil işin bitişine hedeflenerek çalışıyor ve bu noktada mobilyanın konfor derecesi uzun çalışma saatlerinin verimini etkiliyor.

“Y” kuşağı çabuk tüketen, hep isteyen bir kuşak gibi akıllara yerleşse de insancıl taraflarının geçmiş kuşaklara göre daha gelişmiş olduğunu söyleyebiliriz. Çevre problemlerinin yaşandığı, hiçbir ürünün doğal olamadığı bir dönemde doğan ve büyüyen  “Y” jenerasyonu için çevreci ürünler ayrı bir önem taşıyor. Ofislerde atık pil kutularını, kağıt ve plastik çöp kutularını, çevreci önerileri hep “Y” kuşağı döneminde gördüğümüzü unutmamalıyız. Bir çok “Y” kuşağı çalışanından, home ofis çalışma ile ulaşım, elektrik, doğal kaynaklar, gıda, atık vb gibi çevresel sorunların azalacağı yönünde iş organizasyonu teklifleri duyabilirsiniz. İş hayatı trendleri yakın bir gelecekte “Y” kuşağının artık işe gelmeyeceği, evinden daha verimli çalışacağını kanıtlayacağı yönünde ve hedeflerini, iş planlarını terminlerine uygun şekilde yaptıkları sürece bir sorun olmayacağı inancı giderek yerleşiyor.  Baby Boomer ve “X” kuşağı yöneticilerin, güven sorunlarını aşması yeni iş sistemlerinin başlaması için yeterli.

Ofiste çalışmaya devam edecek ve etmesi zorunlu işlerde “Y” kuşağının motive edilmesi şart!” Bu da google, facebook, twitter, pixar vb firma örneklerinde açıkça görülüyor; perspektifi biraz genişletmek bile yeterli, anlamaya çalışmak yeterli. Belki de Baby Boomer ve “X” kuşaklarına yıllarca verilen ‘empati’ eğitimlerinin iş hayatında biraz olsun uygulamaya başlanması bile “Y” kuşağının yaratıcı zekasını iş hayatına katmasına yol açacaktır. “Y” kuşağı ile iletişimin yolu gerçekleri söylemek, net olmak ve aynı dili konuşmaktan geçiyor. İnsan kaynakları ve iletişim uzmanları, yaratıcı ortamların insanı teşvik ettiğini, kişilerin kendilerini ifade eden ortamlarda daha verimli olabileceğini ve ortamın insan psikolojisi üzerindeki etkilerini “Y” kuşağından öğrendi. Şimdi ofislerde bu öğretinin sonucu olarak bir “Y” devrimi yaşanıyor.

Baby Bomeer kuşağı disiplin, “X” kuşağı şirketlerde verimlilik üzerinde durdu ve çalışma ortamları verimlilik üzerinde şekillenmişti. “Y” kuşağı ile değişen işyerleri artık yaratıcılığı teşvik etmek için tasarlanmaya başlandı. Ofis ortamları ile mobilyaları, konfor, estetik ve teknolojik  seçenekleri ile yeni jenerasyon çalışanların beklentilerine uygun hale geliyor.

Baby boomer etkisini üzerlerinden atıp uyum sağlamayı başarabilen “X” ler,  bu yeni kuşakla makul bir çizgide buluştular ve yıllardır bir çok enteresan deneyimi birlikte yaşadılar. Günümüzde “Y” kuşağının ilk çalışanlarını artık yönetici kademelerinde de görmeye başladık. Bu da çalışma hayatındaki trendlerin gelecek yıllarda bakış açıları farklı bu kuşağın liderliğinde çok daha hızlı değişeceğine işaret ediyor. Son on  yıldır İnsan Kaynakları literatürünün büyük bir kısmını yeniden yazan bu jenerasyon, fiziksel ve felsefi olarak da ofis yaşamlarını baştan yaratmaya devam ediyor.

Önümüzde bir de “Z” ler var. Onlar “Y” lerden farklı, yeryüzüne geldiği andan itibaren tabletler ve mobil cihazlar ile büyüyorlar. Sürekli bir bilgi akışı ve etkileşim içindeler. 2003’ten başlayarak dünyaya gelen “Z” kuşağı kendi ihtiyaçlarının farkına daha bebekken varan, AVM’ lerde kendilerine ait market arabası ile gezen, kendi alışverişlerini yaptıkları gibi ailelerinin kararlarında da söz sahibi olmaya hevesli bir jenerasyon...Trend görülerine bakarsak sadece ofislerde değil iş yaşamında devrimi de “Z” kuşağı ile yaşayacağız.

Bu makale Office Magazin Dergisi, Ocak 2014 sayısında yayınlanmıştır 

Dergi sayfalarını görmek için >>

Özlem  Devrim
Endüstriyel Tasarımcı / Trend Danışmanı
Uygulamalı Fütürist (Applied Futurist)

@trendssoul

Sayfa güncelleme tarihi : 10.01.2016