OFİSLERDE Y DEVRİMİ
Günün 24 saate bölündüğü bir dünyada sürekli zamanla yarışarak
yaşıyoruz. Bu yarışta galip geldiğimiz günler çok az; pek çoğumuz, Alis
Harikalar Diyarı’nda her
zaman geç kalan beyaz tavşana benzemeye başladık, sürekli bir
yerlere koşuşturan, işlerini yetiştiremeyen insanlara döndük.
Zaman, geri dönüşü olmayan bir süreç. Başarılı olabilmek için
dakikalarına varıncaya kadar planlı kullanmak, boşa harcamamak lazım. Bunu
söylemek kolay; fakat yapmak, yani zamanı yönetmek hiç de öyle basit bir iş,
hele doğuştan kazanılmış bir yetenek ya da bir beceri asla değil. Sosyal,
kültürel, psikolojik, ekonomik... kişisel hayatlarımızı nasıl yönetebileceğimiz
konusunda büyüklerimizden öneri, destek ve eğitim almak zorunluğumuz var çünkü
içgüdülerimizde böyle bir kodlama yok.
Ekonomik faaliyetlerin yerel
ölçekte kaldığı yakın
zamanlara kadar iş hayatında çalışma saatlerini, yerlerini, düzenlerini,
koşullarını... belirlemek, yani zamanın nasıl yönetileceğine karar vermek,
sadece işverenlerin tekelinde idi; işyerlerindeki verimlilik, işverenlerin
kişisel yetenekleri kadardı ve çalışanlar bunu sorgusuz kabul eder, maaşlarını
almaktan başka bir şey düşünmezlerdi.
Ekonomik faaliyetlerin global ölçeklere ulaştığı günümüzde, proje
/ üretim / yönetim... süreçlerine dahil edilmeyenler, başarısız / verimsiz
işletmelerde çalışmak istemiyorlar. Seri üretim yapılan fabrikalarda,
çoğunluğu robotlarla işbirliği içinde, el emekleri ile çalışanları bir
kenara bırakacak olursak, ofislerde artık işverenlerin hegomonyasına karşı bir
direniş var: kendi çalışma ortamlarını ve koşullarını kendileri belirlemek
istiyorlar. Fiziki ve görsel konfor ile stresi azaltan detayların, o eski şık ve kaliteli cool ofis kavramının yerini almaya
başladığı son 10 yılın ofis trendleri, yeni kuşakların getirdiği yaklaşımlarla
şekilleniyor.
Artık neredeyse hepimizin duyduğu ve bildiği “Y” kuşağının iş
hayatına girişi, özel veya tüzel işletmelerde, işverenler veya vekilleri
konumundaki insan kaynaklarının klasik tutumlarını değiştirmelerini
dayatıyor. Aslında bu, tek yönlü bir zorunluluk değil. Globalleşme sürecinde
işverenler, tek başlarına, kişisel bilgi ve becerileri ile global rekabette
etkili ve yeterli bir oyuncu olamayacaklarını gördükçe, global dünyanın
ürettiği “Y” kuşağının, ofislerinde kendilerine küçük bir “globe”
yaratmalarının faydalı olacağını kabul etmeye başladılar. Bu iş biçimi,
karşılıklı bir menfaat paylaşımı anlamına geliyor çünkü “Y” kuşağı da ancak bir
“globe” da çalışabilir; verimli, üretken, yaratıcı... olabilir. İşverenin
global rekabette etkin bir oyuncu olma isteği ile global dünyanın nimetleri ile
büyümüş “Y” kuşağının kendisini huzurlu ve mutlu hissedebileceği bir ortamda
çalışmak arzusu, küçük “globe” larda yaşam koşullarına kavuşuyor ve kapalı
kutulara benzeyen ofis kavramını giderek bitiriyor. Çalışanların kendilerini
kendi evlerinde gibi hissedebileceği, benimseyebileceği ofislerde ortaya çıkan
verimli iş sonuçları da gösteriyor ki çalışanlar; kendi çalışma saatlerini,
yerlerini, düzenlerini, koşullarını... belirlemekte işverenlerden daha fazla
ağırlığa sahip olduklarında, karşılığını da fazlasıyla verebiliyorlar.
Günümüzde, ofislerin fiziksel yapılandırılmasında, çalışanların
kendi arzu ve iradelerine uygun kendi ortamlarını yaratmalarına izin veren,
hatta teşvik eden işverenler, kapalı kutuya benzeyen ofislerde üretilen katma
değerlerin kat ve kat ötesine ulaşabiliyorlar. Üstelik, kapalı kutularda
verimlilik için çırpınan işverenlerle taban tabana zıt biçimde, hiçbir zahmet
ve sorumluluğa katlanmadan, sadece hedefi göstererek başarıdan başarıya
koşuyorlar; çoğu zaman, kendi akıllarına bile gelmeyen, hiç gösterilmemiş
hedefleri bile yakaladıkları oluyor.
Bu yeni iş felsefesi giderek yerleşirken, eski kavramların da
altını oyuyor: “Y” kuşağı kendisini bir işverenin çalışanı olarak değil, içinde
yer aldığı “globe”un bir parçası olarak görüyor. Aidiyet ve sahiplenme gibi
kavramlar içerik değiştiriyorlar. Global dünyada artık işverenlerin
kişisel rekabeti değil, “globe” ların rekabeti konuşuluyor. Ekonomik
bağımsızlığını elde etmek için çalışmıyor “Y” kuşağı, global rekabette global
bir rol alabilmenin hazzı için “globe” unu sahiplenerek bütün
hünerlerini ortaya döküyor. Sosyal hayatında giderek kişiselleşen ve
yalnızlaşan “Y” kuşağı insanı, global dünyada yepyeni bir paradox yaratıyor:
kendi “globe”unu sahiplenerek diğerleriyle rekabete girmek için
“kitlesel” hareket ederken, kendisiyle işbirliği içinde olan diğer bütün
oyuncularla tek başına rekabete girerek salt “bireysel” davranıyor. Artık
-eskiden olduğu gibi- çalışanlar arasında bir işbirliğinden söz etmek
kesinlikle mümkün değil ve asla olmayacak.
Ofislerimizin 10-15 yıl öncesine kadar varolan tarzını betimlemek
gerektiğinde, bir paravan ya da duvarla genellikle soluk renkli bir
duvarla- bölümlenmiş bir alan gelir çoğu çalışanın aklına. Paravan ya da duvar
—her neyse— bir statüko belirleyenidir; çalışanlar arasında yetki, yeterlilik,
sorumluluk... alanlarını belirler. Kapılarında isimlikler bulunan odalar
vardır. Bu kapıların önlerinde, üst kademeye aidiyetin arttığı oranda azalan /
yanlızlaşan çalışanlar ya da bekleyenler bulunur. O kapılar, kademe / ünvan
yükseldikçe yaklaşılması dahi güçleşen korkutucu simgelerdir; adeta devleşerek
çalışanı ezer geçerler; çünkü onlar, “baby boomer” ların simgeleridir. “X”
kuşağı, Baby Boomer yöneticilerle bu hiyerarşik çizgilerde tanıştı ve çalıştı.
Fiziki ofislerin aynalandığı katı kişilikler de bu ortamlarda oluştu.
Son 5-10 yıllık dilimde ise “Y” kuşağının “X” kuşağı yöneticilerle
çalıştığı ve yeni ofis ortamlarının, yeni çalışma sistemlerinin uygulamada
görülmeye başladığı dönemlerdir. “X” kuşağı “Baby Boomer” kuşağı ile çalışırken
edindiği katı kuralları “Y” kuşağı ile çalışırken törpülemek ve zaman içinde
tamamen yeniden yapılandırmak zorunda kaldı. Çünkü “Y” kuşağı, iş hayatında hiç
görmediği bir yaşam formunu dayatıyordu: “X” kuşağının iş disiplini konusundaki
muhafazakar tutumumunu görmezden geliyorlar, tek
tip olmayı reddediyorlar,
“X” kuşağı üzerinde etkili, zorlayıcı, kabullenilmesi ve çalışılması zor
bir baskı kuruyorlar fakat işlerini mükemmel bir şekilde yapıyorlar ve yaparken
de eğleniyorlar.
1980-1999 yılları arasında doğmuş ve bugün iş yaşamı içinde oluşan
farklılıkların temel kaynağı olan “Y” kuşağı ofislerin, yeni çalışma
ortamlarının şekillenmesinde özellikle konforun ve özgürlüğün çalışmayı teşvik
edici etkenlerin ön planda tutulduğu ortamlarda çalışmak istiyor. Özgür ve
rahatlarına düşkün olduğu oranda da inanılmaz çalışkan ve sorumluluk bilincine
sahip bir kuşak olduklarını kanıtladılar ve yaratıcı iş çıktılarının yaratıcı
ortamlarda oluşacağını Baby Boomer kuşağına bile kabul ettirdiler. Baby Boomer
kuşağının alışık olduğu, “X” neslinin sorgulamadan kabullendiği, “Y” nesli
tabiriyle ‘sıkıcı’ ofisler ve toplantı odaları onlara uygun değil; iş
saatlerini ve toplantılarını mümkün olduğunca ferah ve konforlu ortamlarda
geçirmek istiyorlar. Zorunlu olmadıkça fiziki ortamlara yanaşmıyor, sanal
ortamları tercih ediyorlar. Baby Boomer kuşağının sabırla ördüğü ve “X”
kuşağının bilgisi ile yücelttiği iş deneyimleri yumağı bugün “Y” kuşağı
tarafından itinayla çürütülüyor, tüm bildik kaleler yıkılıyor. İş hayatı “Y”
kuşağının yaşam felsefesini iş yaşamına sokmasıyla birlikte tümden yenileniyor.
Konforlu ofis ortamları, verimli çalışmaya teşvik amaçlı düzenlenmiş mola
alanları ve hatta serbest çalışma saatleri gibi akla gelebilecek her türlü
konfor ve kolaylık, yeni kuşak çalışanını verimli ve başarılı olması için güçlü
birer motivasyon aracı olarak görülüyor.
“Y” kuşağı yaptığı iş ve ürettiği ürün-çıktı ile kendini
yansıtıyor; başarısı ile bağ kuramadığı durumlarda verimliliği düşüyor, işe
bağlılık, sadakat sorunları yaşıyor: maddi tatminin yanında manevi tatmine de
çok önem veriyor. Çalışma ortamından manevi olarak doyum almaya çalışıyor. İş
saatlerinin esnek olmasını, kararlarda ortak söz sahibi olmayı isteyen “Y”
kuşağı, işyerlerinin dekorasyon kurallarını da esnetiyor: rahat ve ergonomik
koltuklar, eğlenceli ve yaratıcı dinlenme alanları, keyifli molalar yaşatacak
yeme-içme mekanları, sosyal ilişkilerin kurulduğu, sohbetlerin yapıldığı yemek
salonları, spor-aktivite salonları ve bu salonlarda düzenlenen spor
etkinlikleri, fonksiyonel olduğu kadar duygulara da hitap eden çalışma masaları
ve elektronik eşyaları... istiyor. Fakat bütün bu isteklerini kendilerinin,
yeni jenerasyon kuşağın iş ortamından özel beklentileri olarak görmüyor, bu
jenerasyonun iddiası “zaten
ofislerin doğal ortamı bu olmalıdır. Normal budur!”
“Y” kuşağı ofis insanı, ofis mobilyalarında belirli
kriterlerin olmasını talep ediyor. “Y” kuşağının karakteristik “daha
fazlasını istemek /azla yetinmemek” özelliği, mobilyaların şekillenmesinde de
önemli bir etken oluyor. Özgür ve talepkar karakterlerini haklı çıkarırcasına
“Y” kuşağı çok çalışkan, uzun saatlerini çalışarak geçirebiliyor. Konsantrasyon
ve konfor yaratan ortam talepleri çok yerinde çünkü motivasyon ve
konsantrasyon duyguları paralel çalışıyor, birbirlerini besliyorlar. Geçmişte
kullanılan basit ofis mobilyaları, yerini insancıl ürünlere bırakmaya başladı.
“Y” kuşağı saate bakarak değil işin bitişine hedeflenerek çalışıyor ve bu
noktada mobilyanın konfor derecesi uzun çalışma saatlerinin verimini etkiliyor.
“Y” kuşağı çabuk tüketen, hep isteyen bir kuşak gibi akıllara
yerleşse de insancıl taraflarının geçmiş kuşaklara göre daha gelişmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Çevre problemlerinin yaşandığı, hiçbir ürünün doğal olamadığı
bir dönemde doğan ve büyüyen “Y” jenerasyonu için çevreci ürünler ayrı
bir önem taşıyor. Ofislerde atık pil kutularını, kağıt ve plastik çöp
kutularını, çevreci önerileri hep “Y” kuşağı döneminde gördüğümüzü
unutmamalıyız. Bir çok “Y” kuşağı çalışanından, home ofis çalışma ile ulaşım, elektrik, doğal
kaynaklar, gıda, atık vb gibi çevresel sorunların azalacağı yönünde iş
organizasyonu teklifleri duyabilirsiniz. İş hayatı trendleri yakın bir
gelecekte “Y” kuşağının artık işe gelmeyeceği, evinden daha verimli çalışacağını
kanıtlayacağı yönünde ve hedeflerini, iş planlarını terminlerine uygun şekilde
yaptıkları sürece bir sorun olmayacağı inancı giderek yerleşiyor. Baby
Boomer ve “X” kuşağı yöneticilerin, güven sorunlarını aşması yeni iş
sistemlerinin başlaması için yeterli.
Ofiste çalışmaya devam edecek ve etmesi zorunlu işlerde “Y”
kuşağının motive edilmesi şart!” Bu da google, facebook, twitter, pixar vb
firma örneklerinde açıkça görülüyor; perspektifi biraz genişletmek bile
yeterli, anlamaya çalışmak yeterli. Belki de Baby Boomer ve “X” kuşaklarına
yıllarca verilen ‘empati’ eğitimlerinin iş hayatında biraz olsun uygulamaya
başlanması bile “Y” kuşağının yaratıcı zekasını iş hayatına katmasına yol
açacaktır. “Y” kuşağı ile iletişimin yolu gerçekleri söylemek, net olmak ve
aynı dili konuşmaktan geçiyor. İnsan kaynakları ve iletişim uzmanları, yaratıcı
ortamların insanı teşvik ettiğini, kişilerin kendilerini ifade eden ortamlarda
daha verimli olabileceğini ve ortamın insan psikolojisi üzerindeki etkilerini
“Y” kuşağından öğrendi. Şimdi ofislerde bu öğretinin sonucu olarak bir “Y”
devrimi yaşanıyor.
Baby Bomeer kuşağı disiplin, “X” kuşağı şirketlerde verimlilik üzerinde durdu ve çalışma ortamları verimlilik üzerinde şekillenmişti. “Y” kuşağı ile
değişen işyerleri artık yaratıcılığı
teşvik etmek için
tasarlanmaya başlandı. Ofis ortamları ile mobilyaları, konfor, estetik ve
teknolojik seçenekleri ile yeni jenerasyon çalışanların beklentilerine
uygun hale geliyor.
Baby boomer etkisini üzerlerinden atıp uyum sağlamayı başarabilen
“X” ler, bu yeni kuşakla makul bir çizgide buluştular ve yıllardır bir
çok enteresan deneyimi birlikte yaşadılar. Günümüzde “Y” kuşağının ilk
çalışanlarını artık yönetici kademelerinde de görmeye başladık. Bu da çalışma
hayatındaki trendlerin gelecek yıllarda bakış açıları farklı bu kuşağın
liderliğinde çok daha hızlı değişeceğine işaret ediyor. Son on yıldır
İnsan Kaynakları literatürünün büyük bir kısmını yeniden yazan bu jenerasyon,
fiziksel ve felsefi olarak da ofis yaşamlarını baştan yaratmaya devam ediyor.
Önümüzde bir de “Z” ler var. Onlar “Y” lerden farklı, yeryüzüne
geldiği andan itibaren tabletler ve mobil cihazlar ile büyüyorlar. Sürekli bir
bilgi akışı ve etkileşim içindeler. 2003’ten başlayarak dünyaya gelen “Z”
kuşağı kendi ihtiyaçlarının farkına daha bebekken varan, AVM’ lerde kendilerine
ait market arabası ile gezen, kendi alışverişlerini yaptıkları gibi ailelerinin
kararlarında da söz sahibi olmaya hevesli bir jenerasyon...Trend görülerine
bakarsak sadece ofislerde değil iş yaşamında devrimi de “Z” kuşağı ile
yaşayacağız.
Bu makale Office Magazin Dergisi, Ocak 2014 sayısında yayınlanmıştır
Dergi sayfalarını görmek için >>
Özlem Devrim
Endüstriyel Tasarımcı / Trend Danışmanı
Uygulamalı Fütürist (Applied Futurist)
Uygulamalı Fütürist (Applied Futurist)
@trendssoul
Sayfa güncelleme tarihi : 10.01.2016
Sayfa güncelleme tarihi : 10.01.2016