Cisimsiz Eserler
Bilim adamları (özellikle matematikçiler ve teorik fizikçiler) ile
sanatçılar, çoğunlukla "soyut" kavramlarla düşünür ve "soyut
eserler" verirler. Bu tür (çoklukla yalnız çalışan / düşünen) insanların
ya bir "dâhi" olarak kabul edilmek ve insanlık tarihinde yer almak ya
da (sıradan olmak ve) tamamen "unutulmak" gibi (iki aşırı uçtan
birini işaretleyen) kötü bir yazgıları vardır. Çünkü bu insanların
"öykünmek" yani "taklit etmek" lüksleri yoktur. Eserlerine
doğrudan kendilerinin cisim / şekil verebilme ayrıcalığı ile sanatçılar, resim
/ heykel / şiir / müzik gibi (çalıştıkları) her(hangi bir) alanda takdir, maddi
veya manevi bir karşılık bulma şansına (az da olsa) sahiptirler fakat bir bilim
adamı (şayet başaramayacak olursa), kendinden sonrakilere bir
"basamak" (veya bir akışın basit bir molekülü) olabilmekten daha
fazlasını ummayı bile (çoğu zaman) düşleyemez; şansı olmayanlar zaten, laboratuarlarında
veya masalarında, çözemedikleri kodların arasında kaybolur, unutulur giderler.
Bir zamanlar, neden insanların bazıları bilim adamı, bazıları da
sanatçı olmak isterler diye düşündükçe cevabı, önce kendimde
"içgözlem" yaparak bulmaya çalışır ve (çaresiz kalınca) bunun, çok
bilinmeyenli fakat beyinde düğümlenen bir sorundan kaynaklandığına karar
verirdim. Bu tür soruları çoğaltmak ve cevaplarını bulmaya çalışmak, zamanla
bende özel bir araştırma merakının doğmasına da yol açtı. Örneğin, neden bazıları
yüzme sporunu tercih ederler de bazıları futbol oynamak isterler diye de çok
düşünmüşümdür. Bugün artık biliyorum ki beyin, soyut ile somut düşünmek veya
kişisel çalışmakla takım oyunu oynamak arasında kendi özgün tercihini yapma
yeteneği ile de donatılmıştır. Fakat bu tür tercihleri, sadece soyut-somut,
kişisel-ekipsel gibi ikili kategorilere ayırmanın çok yanlış olduğunu da
biliyorum. Bir yüzücünün, bisiklet sporu yapması kesinlikle yasaktır, oysa ki
ikisi de kişisel sporlardır. Doğada gözlemlenen kartal veya şahin gibi kuşların
neden sürüler halinde gezmedikleri, avlanmadıkları fakat küçük balıkların neden
hiç birbirlerinden ayrılmadıkları da bir başka (kişisellik-ekipsellik) düşünce
konusudur.
Bu metnin yazarı olarak ben, bu konuya objektif, bilimsel /
disipliner bir açıklama getirebilecek yetkinlik ve yetenekte değilim. Kişisel
perspektiften, sanırım kendimi örnekleyerek belki bir şeyleri daha iyi
anlatabilirim. Üniversite öncesi okul hayatımda, geleceğime nasıl bir yön
vermem gerektiğini her düşündüğümde, bir bilim adamı kadar bir sanatçı da
olabilecek (ortalama düzeyde / yeterli ve birbirine eşit) eğilimlere /
yeteneklere sahip olduğumu görüyor fakat kendimi iki kutuptan birine adamakta
da kararsız kalıyordum (orta öğrenimimi elektronik üzerine yaptım fakat bir
yandan da şiir yazar, resim yapardım!).
Sanırım, iki kutuptan birini seçmek bana, ya tarihe geçmek ya da
tarihte kaybolmak gibi fazla kişisel ve iddialı görünmüş (ve beni korkutmuş!)
olmalı ki, üniversite öncesinde bir kaç yıl, kararsız bir dönem yaşadım. Su gibi tembel (fakat en küçük eğimi
bulabilecek kadar akıllı) olup hayatın akışına kendimi bırakmanın, hatta bir
göçebe gibi "nerede akşam orada sabah" ilkesi ile yaşamanın bana göre
olmadığını hayat çok çabuk gösterdi. Fakat, kaybettiğim o yıllar benim en büyük
kazancım oldu: ne istediğimi ve ne olabileceğimi anladım. Ben, tamamen bilinçli
ve istekli olarak, endüstri ürünleri tasarımcısı olmak istedim ve oldum; berbat
bir sınav sisteminde şansın güldüğü çok az insandan biri oldum.
Neden bazı insanlar, "kaybolmak / kaybetmek" riskini
göze alırlar da tek başlarına cisimsiz (soyut) eserler yaratabilmek için
ömürlerini tüketirlerken (veya ömürlerine, değer biçilemez bir tarihsellik
kazandırırlarken), benim gibi insanlar "ekipler halinde / işbirliği içinde
çalışmak" tutkusu ile yanıp tutuşurlar?.. Bunun kaynağı korku mu yoksa
gerçekten beyinden kaynaklanan bir sorun(!) mu?.. Yoksa bu, daha başka bir şey,
sosyalleşen beynin işbirliği isteği, bir erdem, bir cesaret, bir özveri mi? Bu
soruyu tıpkı benim gibi kendilerine soranlar için bu yazı, gerçekten faydalı
(hiç değilse aydınlatıcı) olacaktır diye umuyorum. Tek başınıza cisimsiz
eserler mi vermek istersiniz, yoksa bir ekiple yeni bir cisim / bir form mu
yaratmayı tercih edersiniz?.. Paylaşılan bilgi büyürmüş, okuduklarımı sizlerle
paylaşmak istiyorum; ya da, benim, istasyonlarını sık sık değiştirdiğim, stereo
yayın yapan bir radyoyu size dinlettirdiğimi varsayın.
Ayrışık Düzenlemeler
Dr. Antonio R. Damaiso ile başlayacağım (tamamen bir tesadüf değil,
biraz kastım var). Kitabının adı Descartes'in Yanılgısı. Sn. Bahar Atlamaz
tarafından Türkçeye çevrilmiş ve Varlık Yayınlarınca (Bilim Dizisi:2, İkinci
Basım:1999) yayımlanmış. Sayfa 25-26'da şöyle diyor: " ...Burada aklıma Warren McCulloch'un bir deyişi geliyor:
"Ben işaret ettiğim zaman parmağıma değil, işaret ettiğim yere
bakın." (Efsanevi bir nörofizyolog olan McCulloch, gelecekteki sayısal
sinirbilimin öncüsü olmanın yanı sıra bir bilge ve şairdi. Bu deyiş, bir
bilgelik içeriyordu.)" Kastım kendime: yıllarca bir "kızılderili
atasözü" diye bildiğim özdeyiş, bir nöroloji uzmanının kitabında karşıma
başka bir kimlikle çıktı; nasıl da aldatılmışım!.. Şimdi ciddi bir alıntı,
sayfa 76'dan: "Okuyucu, bu haritanın neden çift taraflı olmayıp yalnızca
sağ yarıküreye meylettiğini merak edebilir; ne de olsa insan beyninin neredeyse
simetrik olan iki yarısı vardır. Bunun yanıtı, insan beyninde işlevlerin, diğer
canlı türlerinde olduğu gibi, yarıküreler arasında asimetrik olarak
paylaşılmasıdır. Nedeniyse, büyük olasılıkla, bir düşünce ya da eylem seçme
durumunda, iki yerine tek bir nihai denetimcinin olması gerekmesidir. Bir
hareket yapmak için her iki taraf da eşit söz hakkına sahip olsaydı, seçim bir
anlaşmazlıkla sonuçlanabilirdi; sağ eliniz, sol elinizle karışabilir ve birden
fazla organla eşgüdümlü hareket üretme şansınız azalırdı. Birçok işlev için,
sadece bir yarıküredeki yapıların üstünlük taşımaları gerekir, bu yapılara
baskın [dominant] denir.
Baskınlığın bilinen en iyi örneği dille ilgilidir. Solakların
birçoğu dahil, insanların yüzde 95'inde, dil büyük oranda sol yarıküre
yapılarına bağlıdır. Bu kez sağ yarıküreyi üstün kılan bir diğer baskınlık
örneği, bütünleşmiş vücut duyumunu içerir. Bu duyum sayesinde bir yanda iç
organların durumları, diğer yanda ise kas-iskelet donanımının kol-bacak, gövde
ve baş parçalarının durumları bir arada koordineli, dinamik bir harita içinde
betimlenir. Bu, tek ve bitişik bir harita değildir, daha çok ayrı ayrı
haritalardaki işaretlerin etkileşimi ve koordinasyonundan oluşur. Bu
düzenlemede, vücudun hem sağ hem de sol tarafını ilgilendiren sinyallerin, en
kapsamlı buluşma alanı sağ yarıküredeki (daha önce belirtilen) üç
somatik-duyusal korteks kesiminde yer alır. Ne gariptir ki, kişinin kendi
dışındaki uzamın temsili ve duygu süreçleri sağ yarıkürenin baskın olduğu
işlevlerdir. Ancak bu, sol yarıkürede yer alan eşdeğer yapıların o durumda
vücudu ya da uzamı temsil etmediği anlamına gelmez. Yalnızca temsiller
farklıdır; sol yarıküredeki temsil büyük olasılıkla kısmidir ve bütünleşmiş
değildir."
Aventis ödüllü Psikoloji Profesörü Chris McManus da bir kitap
yazmış. Özellikle içeriği çok zengin, dili çok akıcı kitabı Sn. Ayşegül Turan
Türkçeye çevirmiş. Adı, Sağ El Sol El. Özellikle meslektaşlarımın bu sol el
kullanımı konusunda hassas ve dikkatli olmaları gerektiğine inandığım için
şiddetle tavsiye ederim. Güncel Yayıncılık tarafından (Açık Bilim:34) Ağustos
2005 tarihinde birinci basımı yapılmış. Sayfa: 259'dan bir alıntı:
"Sol lob ve sağ lobdan sanki her ikisi de farklı kişilikleri
olan, birbirinden tamamen bağımsız organlar gibi bahsetmek kolaydır, fakat
tabii ki bu yanlıştır. Her ikisi de tek bir kişi yaratmak için birlikte
çalışırlar. İki yarı küre birbirine büyük bir lif yığını olan corpus collosum
ile bağlıdır, loblar bununla haberleşir ve işbirliği yaparlar. Bu durum dil
kullanımında görülebilir ki bu sadece ve sadece sol lobun görevi değildir.
Böyle olsaydı, sağ lob hasarı olan hastaların konuşma yeteneklerinde sorun
görülmezdi. Geniş bir kelime hafızası ve iyi dilbilgisi ile konuşabildikleri
kesinlikle doğrudur. Öte yandan dil kullanımları normal değildir, konuşmanın
müziksel ahengi olan prosodileri yoktur. Prosodi sayesinde ses tonları iner ve
çıkar, kelimeler hızlı ya da yavaş söylenir ya da yüksek veya alçak sesle çıkar,
ki bu duygu ve vurguyu belirtmemize yarar. Prosodisiz konuşma telefonlarda
duyulan bilgisayar konuşmalarına benzer. Dilin sağ loba bağlı olan tek bölümü
prosodi değildir: mecaz, hiciv ve nükteli konuşma da sağ lob kaynaklıdır.
Kısaca, dil dediğimiz zengin iletişim sistemi sağ ve sol lob dediğimiz her iki
bölümün kendine özel katkısına ve birlikte çalışmasına bağlıdır."
Bu kadar güzel bir kitaptan iki alıntı daha yapacağım:
Sayfa 313: "İki ile üç milyon yıl önce insan beyninin
asimetrikleşmiş olması gerekir. Tabii ki halihazırda iki parçadan sağ ve sol
beyin lobundan oluşmakta, corpus collosum adını verdiğimiz devasa sinir lifi
demetiyle birbirine bağlanmaktaydı. Oldukça büyük ve hızlı olmasına rağmen,
corpus collosum her lobda olan çok sayıdaki sinir trafiği göz önünde
bulundurulduğunda yavaştır ve kapasitesi sınırlıdır. Merkezi büroları kuzey ve
güney kürede bulunan büyük bir küresel şirket düşünün, her ikisinin de güçlü
bir bilgisayarı var, fakat aradaki bağlantı eski tip telefon kablolarıyla sağlanıyor."
Sayfa 261-262: "Corpus collosum iki yarım beyinden bir tam
beyin yapar. Corpus callosum kesildiğinde, her lob elinden geleni yapar fakat
hiçbirinin eksiksiz bilişsel alet çantası yoktur. ...Her ne kadar sağ ve sol
lobdan birbirlerinden tamamen bağımsızmış gibi bahsetmek istek uyandırıcı olsa
da aslında iki yarım beyin tek ve entegre olmuş bir şekilde bütün olarak
çalışmak için tasarlanmıştır."
Şimdi, ODTÜ Psikoloji Bölümü 1987 mezunu Sn. Derya Sürekli'nin,
1999-2003 yılları arasında üniversite öğrencileri arasında gerçekleştirdiği
araştırmalarını kaleme aldığı ve Beyin Asimetrisi / Çift Beyinli İnsan adı ile
Evrim Yayınevinden (Aralık 2004'de) yayımlattığı kitabından, bu yazı ile ilgili
gördüğüm alıntılar yapacağım. Şunu belirtmeliyim ki bu kitap, benim gibi amatör
araştırmacıları kat be kat aşan bir bilimsel araştırmanın dev bir örneğidir.
Sayfa 88: "...Beyin büyük birleşeği bir yarıkürenin diğerinin
yaptıklarından haberdar olmasını sağlar. Eğer beyin büyük birleşeği (korpus
kallozum) kesilirse "kedi" kelimesini okuyup anlayabilir (sol
yarıküreyi kullanarak), ama kediyi gözünüzde canlandıramazsınız (sağ yarıküreyi
kullanmanız gerekirdi). "
Sayfa 93: "Munday'in (1993) çalışması da göstermiştir ki,
mesleki alanlara özgü yarıküresel işleyişler bulunmaktadır. Sanat dallarında
genellikle çift işleyiş ya da sağ işleyiş öncelik kazanırken, analitik, sözel,
nicel işlemler gerektiren bilgisayar programcıları sol işleyişe daha çok
başvurmaları, işlemleri ayrıntıları ve sırasıyla yerine getirmelerini sağlamaktadır.
Diğer yandan sezgisel, ilişkisel, bütünlükçü (global) işleyiş özelliklerine
sahip sağ ise, sanat gibi dallarda faaliyet gösterenlerin sıklıkla
başvurdukları yarıküre olmak özelliğindedir. Sağ yarıkürenin yaratıcılığı
arttırma özelliği, aşırı karmaşık (kompleks) durumlardaki işlevleri, duygusal
yönü, sanatçılara eserlerinde zengin materyaller sunmalarına yol açabilir.
Belki sanatçıların her iki yarıkürenin işleyişine eşit bir biçimde başvurmaları
onlara fazladan bir yarar sağlamaktadır."
Dördüncü alıntıyı, artık aramızdan ayrılmış olan Dr. Med.
Psikiyatr Sn. Serol Teber'e bırakmayı uygun gördüm. Davranışlarımızın Kökeni
adlı, Say Yayınları tarafında 2004 senesinde 12. baskısı yapılan kitabın 98.
sayfasından:
"Gözlemciler, yeni teknik verilerin sağladığı bilgilerle
beyin içi yapılarına ve onların birbirleriyle olan ilişkilerine daha değişik
açılardan yaklaşılmasının gereğini duymuşlardır.
Artık salt yapısal-anatomik değerlendirmeler sorunlara yanıt
veremez olmuştur. Örneğin beyin içinde birbirlerinden ayrı yerlerde bulunan
çeşitli sinir çekirdeklerinin gereksinme olduğunda aynı sistem içindeymişçesine
birlikte çalıştıkları saptanmıştır.
Alışılagelmiş yapısal bütünlükler, yerlerini dinamik, işlevsel
örgütlenmelere bırakmaktadırlar. Örneğin yapısal olarak beynin şakak (Temporal)
lobunun bir bölümü olan hipokampus, bu tür bir işlevsel birliği oluşturduğundan
artık yeni bir örgütün, limbik sistem'in içinde incelenmektedir."
Seçtiğim son, beşinci alıntı, Beatrice Lenoir tarafından yazılmış
Sanat Yapıtı adlı (YKB. yayınlarından dördüncü baskısı İst. Mart 2005 tarihli,
Sn. Aykut Derman tarafından çevrilmiş) kitabın 130-131-132.nci sayfalarından
(not: orijinal metinde italik ile yazılı kelimeleri, bu alıntıda farklı
olmaları için koyu renkle gösterdim):
"Dehanın Önceki Tanımlamasının Açıklaması ve
Doğrulanması"
"Dehanın, öykünme anlayışı'na bütünüyle karşı çıkması
gerektiğinde herkes aynı düşüncededir. Öğrenme, öykünmeden başka bir şey
olmadığına göre, öğrenme konusundaki en büyük yeti, en büyük kolaylık (yetenek)
bu tanıma göre, deha olarak değerlendirilemez. Kaldı ki insan, başkalarının
düşüncesini benimsemeksizin kendi düşünüp ortaya bir şey koysa, hatta sanatın
ve bilimin yararına birçok şey bulgulasa bu, böyle (çoğu kez engin) bir beynin
(basitçe öğrenmekten ve öykünmekten öte bir şey yapamayan kişinin bön olarak
adlandırılmasına karşılık) dâhi sayılması için yine de doğru ve yeterli bir
neden oluşturmaz; bunun nedeni, bütün bunların kolaylıkla öğrenilebilir şeyler
olması, böylelikle de her durumda, çalışma sayesinde öykünme aracılığı ile
öğrenilebilecek şeylerden farklı olmaksızın, kurallara göre araştırmanın ve
düşünmenin doğal çizgisi üzerinde yer almasıdır. Örneğin insan, benzeri
buluşları gerçekleştirebilecek ölçüde engin bir beynin sahibi olan Newton'un ölümsüz
yapıtı Doğa Felsefesinin İlkeleri'nde sergilediği her şeyi kusursuz
öğrenebilir; ama öte yandan, şiir sanatı için düşünülüp ortaya konmuş en
ayrıntılı kavramları öğrenmiş, elinin altında da en kusursuz şiir örnekleri
bulunan kişi, düşünce zenginliği taşıyan şiirler yazmayı öğrenemez. Bunun
açıklaması, Newton'un, geometrinin temel öğelerinden başlayıp en önemli ve en
derin bulgulamalarına varıncaya kadar katettiği aşamaları yalnızca kendisi için
değil, herkes için bütünüyle açık seçik kılabilmesidir; buna karşılık Homeros
olsun, Wieland olsun, şiirsel zenginlik içeren, aynı zamanda entellektüel
bakımdan güçlü düşüncelerin beyninin içinde nasıl ortaya çıkıp bir araya
geldiğini açıklayamaz, çünkü bunu kendisi de bilemez; böyle olunca da kimseye
öğretemez. Dolayısıyla, bilim alanında en büyük bulgulamaları yapmış kişi
üstünlük bakımından öykünmeciden ve en çalışkan öğrenciden yalnızca derece
olarak ayrılır, oysa doğanın güzel sanatlar bakımından donanımlı kıldığı
kişiden öz olarak farklıdır. Bununla birlikte bu, sahip oldukları yetenek
bakımından doğanın gözdeleri olan ve insan soyunun kendilerine çok şey borçlu
olması gereken kişiler karşısında değersiz oldukları anlamına gelmez. Bilim
adamlarının, dâhi olarak adlandırılmayı hak eden kişiler karşısındaki en büyük
ayrıcalıkları, onların yeteneklerinin, sürekli gelişen bilgilerin
yetkinleşmesine ve bu yetkinleşme sayesinde yararlı olan her şeyin ortaya
konmasına katkıda bulunması, aynı zamanda başkalarının da bu bilgilerle
donatılmış olarak eğitilmelerini sağlamasıdır: gerçekten de dâhi için, sanat
bir noktada durur, çünkü onun daha ötesine geçemeyeceği bir sınır vardır -bu,
onun o anda uzun süreden beri varmış olduğu ve geri dönemeyeceği sınırdır;
üstelik bu, dâhinin bile başkalarına iletemeyeceği, doğanın her dâhiye doğar
doğmaz ayrı ayrı bağışladığı bir yetidir: dolayısıyla da onunla birlikte yok
olup gider, ta ki doğa günün birinde aynı yetileri yeniden bir başkasına
verinceye kadar; bu kişinin aynı biçimde, kendinde varolduğunu bildiği bu
yeteneğin ürünlerini ortaya koyması için tek bir örnek görmesi yeterli
olur."
Şimdi Kolaj Zamanı
Benim seçtiğim radyo istasyonlarından benim seçtiğim bölümleri
dinlemiş gibi oldunuz. Yayınların stereo değil, mono olduğunu iddia edenleriniz
olacaktır. Fakat bu çok normal, hiçbir aktarma, bütünün tamamını kapsamaz ve
aktaranın duygularından / tercihlerinden de bağımsız olamaz. En çok değer
verilen yayınlar ise, aktarımlar üzerine kurgulananlardır(!). Ben, sanatsal
yönü ağır basan bir tavsiye ile bütün bunları, tablolardan kesilmiş küçük küçük
parçalar olarak kabul etmenizi istiyorum; herkes kendi dilediği gibi parçaları
birleştirsin, aralarını gönlüne göre doldursun ve kendi özgün kolajını yapsın
istiyorum. Aslında en büyük arzum, hepinizin içinde var olan sanatçıya seslenmek,
tabloların tamamını kendi gözlerinizle görmek isteğini sizlerde yaratabilmek;
alıntı yaptığım kitapları okuma isteğini sizlerde uyandırabilmek.
Son Söz
Genel olarak anlaşılan o ki, ayrışık düzenleme ile yaratılmış
beyin, kendi parçalarını bir "koordinasyon" veya bir
"sistem" içinde (ve ortaklaşa) kullanmaktadır. Sağ ve sol loblar
arasındaki iletişim, corpus collosum ile sağlanmakta fakat (benim
okuduklarımdan çözemediğim bir durum olarak) bu iletişim isteğinin nereden
kaynaklandığı ise bilinemez kalmaktadır (bu -eğer- istek -ise-, eğitimle
çoğaltılabilirmi?). Sağ ve sol loblar arasında bir rekabet (veya kıskançlık?)
kesinlikle yok gibi görünmekte hatta tam tersine kayıtsız/koşulsuz bir şekilde
baskın (veya yetkin/yeterli) olan parça ile yardımlaşma (öğretilebilirmi?)
durumu ortaya çıkmakta, kişilik çatışması (veya bölünmesi) gibi bir uyumsuzluk
da yaşanmamaktadır.
Beyin, kendi çalışma sistemini, kendi oluşturduğu çokluklarda
(aileden topluma ve hatta tüm insanlığa kadar) niçin bir model olarak uygulamamakta,
farklı davranmaktadır? Örneğin, işlevleri ile, yağ ve su gibi/kadar
birbirlerine aykırı görünen iki yarısını (yani sağ ve sol loblarını) kendi
içinde organize edebiliyor, sistemli ve randımanlı olarak (hiç değilse teoride)
kullanabiliyorken, toplumsal hayatımızda bunu (neden?) başaramamaktadır!.. Bir
sivrisineğinin bile sırrının çözülemediği (tıp bilimlerinden aerodinamiğe
kadar) doğanın bütün bir teknolojimize örnek olduğu dünyamızda, -toplumsal
hayatımızda- kendi beynimize aykırı yaşamamızdaki (onu örnek almayışımızdaki)
sebep acaba nedir? İçgörü ile veya dışgözlem, her ne şekilde olursa olsun,
farkına vardığımız, kişisel ve/veya toplumsal bütün sorunlarımızın çaresini,
asla çözemeyecek bile olsak, gene beynimizde bulabiliriz; o bize sadece kendisini
vermiyor. Kendisini sorgulayan beynimiz, kendisinden binlerce kere daha
mükemmel "yapay zeka"yı da yaratacak fakat ona "kendisini
algılamayı, kendi kendisini çözmeyi" asla öğretemeyecek, onu
"insan" yapamayacak.
Ben, okulu bitirip piyasaya atıldığım ilk yıllarda, neden bir
endüstri ürünleri tasarımcısı olmakta/kalmakta direttiğimi çok sormuşumdur
kendime. Ben bir "sınav kurbanı" değildim, isteyerek seçtim bu
mesleği; bir (kendimle) uyumsuzluk değil ama pişmanlık yaşadığım anlar çok olsa
da, genel olarak (artık) mutluyum. Sanırım, başlangıçta da dediğim gibi, iki
kutuptan birini seçmek "ya bilim adamı/mühendis ya da sanatçı olmak"
tercihi bana, "ya tarihe geçmek ya da tarihte kaybolmak" gibi fazla
kişisel ve iddialı görünmüş (ve beni korkutmuş!) olmalı ki, "ekipler
halinde/işbirliği içinde çalışmak" gibi kişiliğimle (ve corpus collosum
ile) uyumlu bir mesleğe yönelmişim (oysa ki beni -ve hepimizi- eğitim
sisteminin yönlendirmesi gerekmezmiydi?). Belki de bende "kişisel
hırs" eksikliği vardır, korku zannettiğim şey belki de tam olarak bu
eksikliktir. Fakat, bu beni daha ileri yargılara götürüyor: "dâhi olmak
için hırslı mı olmak gerekir?" Newton veya Homeros ve benzerleri hep
"hırslı" mı idiler? Hangisi önce gelir: dâhilik mi yoksa hırs mı?
Gene dönüp kendime bakıyorum: ben de hırslıyım (fakat dâhi olmadığımı bildiğim
için) ekip olarak yüklendiğimiz işe öyle sarılıyor ve kişiselliğimi (ve
bencilliğimi!) de unutuyorum ki, sonuçta hiç bir yerde ismim geçmemesine rağmen
(tuhaftır!) huzur ve mutluluk duyuyorum. Galiba, (bende hiç olmayan) dehadan
önce gelen hırs fazla hayırlı olmuyor.
Asla bir genelleme yapmıyorum, kendimi dışa vuruyor ve duygularımı
yazıyorum; bu metni okuyanlara, kendi özeleştirilerini yapmaları için örnek
olmaya çalışıyorum. Ne kendi reklamımı yapmak ne de kimseyi (veya bir mesleği)
yargılamak (veya yüceltmek) durumunda değilim (her ikisine de ihtiyacım yok),
tam tersine, meslekler arasında köprü kurmaya çalışıyorum Olsa olsa eğitim
sistemimizi gözden geçirmekten başka bir önerim de olamaz; ihtiyaç duyduğum şey
(şikayetim?) kişisel değil; eğer böyle olsaydı, başka şeyler yapardım, yazmakla
uğraşmazdım.
Bu makale, Bileşim Yayıncılık, Fuarcılık ve Tanıtım Hizmetleri
A.Ş.'ye ait Makinatek Dergisinin Mart 2006 tarihli 101 nolu sayısında
yayınlanmıştır.
Özlem (Yan) Devrim
Endüstriyel Tasarımcı / Trend Danışmanı
Uygulamalı Fütürist (Applied Futurist)
Uygulamalı Fütürist (Applied Futurist)
@trendssoul
Sayfa güncelleme tarihi : 10.01.2016
Sayfa güncelleme tarihi : 10.01.2016