Giriş
Batının Rönesans (renaissance: renascence:
a rebirth: yeniden doğuş: canlan(dır)ma) devrine katılamadığımız ve sanayi
devrimini de biz yapmadığımız için olacak, sanat / bilim / teknik (ve daha birçok diğer) alanlarda
kullanılan her kelimeyi, özgün aslından dilimize uyarlayarak (adaptation) alıp
kullanmak zorunluluğunda kalmışız. Bilimin / teknolojinin /
sanatın....evrenselliği gereği, en doğrusunu yapmış olduğumuzu varsayabiliriz.
Herhangi bir yeniliğin, özgün (original) kaynağında aldığı isim, o yeniliğin
bir patenti (imtiyaz hakkı: privilege ) olarak kabul edilebilir. Bir dil bilimci
olmadığım için, bu tespiti yapmakla yetinmek ve konu hakkındaki kişisel
yorumumu kısıtlı tutmakla yükümlü olduğumun bilincindeyim. Ancak, bir adım daha
atmak ve bir kaç şey daha söyledikten sonra, ana başlıktaki konuya gelmek
istiyorum.
Dilimize uyarlanan kelimeler / isimler /
kavramlar... dilimizde tam olarak “anlam /algı karşılıklarını” her zaman
bulamamakta, profesyonel (professional: one working for pay) kullanıcılar
arasında bile farklı yorumlara yol açabilmektedir.... Daha ötesi, özellikle
soyut içerik taşıyanlar, profesyonel kullanıcıları ile
halk (izleyenler/seyredenler/okuyanlar...) arasında köprü olabilecek en temel
öğelerinde bile ortak bir tabana sahip değildirler. Günümüzde, internet
terimleri / kavramları / temel komutları... hakkında küçük bir araştırma
yapmak; rönösans ve sanayi devrimleri ile dilimize geçen kelimelerle içine
düştüğümüz sıkıntıyı bugün bir başka şekilde yaşamaya başladığımızı gözler
önüne serecektir. Hiç değilse, dilimizde tam olarak karşılığı bulunanları
kullanmaya özen göstermemizin gerekli olduğuna inanıyorum.
Bu yazımda, ana konuyu işlerken, dilimize
adapta edilmiş kelimeler arasında Türkçemizde tam olarak karşılığı bulunanları
(elimden geldiği kadar) parantezler içinde göstermeye çalışarak, gereksiz yere
dilimizi (kendi kişisel görüşüme göre) nasıl kirlettiğimizi de göstermeyi
amaçlıyorum.
“Tasarım Kavramı” nedir ?
Eğer, tasarım kavramının ne olduğu
üzerinde anlaşmaya varabilirsek, ilişki / iletişim içinde bulunduğumuz /
kullandığımız ürünlerin / nesnelerin hangilerinin “tasarım” içeriği taşıdığı ve
hangilerinin bu içeriğin dışında kalıp, bilimsellik çerçevesi / teknolojik alan
/ teknolojik buluşlar içinde algılanması gerektiğinde fikir birliğine (
consensus: agreement in opinion, feeling, etc.; general agreement, as of opinion
/ hani Türkçede “konsensus” dediğimiz şey.) varabiliriz. Kavramların (concept:
konsept) yanlış algılanması; insanların sosyo-ekonomik ilşkilerinde de yanlış
gruplanmalarına / meslekler arasında alan kaymalarına / “endüstriyel tasarım”
gibi yurdumda yeni yeşermeye başlayan mesleklerin başka ilgisiz mesleklerle (
endüstri mühendisliği gibi) karıştırılmasına (!) yol açmakta; endüstriyel
tasarım (industrial design) üzerinde eğitim almış bireylerin mesleklerini terk
ederek mimarlığın alt alanlarına kaymalarına, boş bırakılan bu alanın
mühendislik ve teknik eğitim almış bireyler tarafından doldurulmasına, giderek
zincirleme etkileşim (reaction) ile işyerlerinde paylaşım / dayanışma /
işbirliği ile ürünlerin estetik / biçimsel rekabet şanslarını da zayıflatarak /
yok ederek fabrika ( ve hatta yurdum) üretim verimliliğinin düşmesine... sebep
olmaktadır.
Tasarım kavramını açıklamak için yapılmış
pek çok değişik, kalıpsallaşmış cümleler var. Ben, bu kalıpların hiç birini kullanmamak
taraftarıyım. Tasarımın kendisi gibi, tarifi de ( içeriği değil ) tamamen öznel
olmalıdır; kendi bilimsel sınırları içinde kalmak koşulu ile, her tasarımcının,
kendi öznel tarifi olmalıdır. Zaten, tasarımcılığın ilk kuralı da bu öznellik /
özgünlüktür. Ben, kavramın içeriğini ( kendi algıladığım biçimde ) anlatmak
için yazıyorum; kaide / kural (dogma: a rigidly held principle or doctrine; a
precept ) olsun diye değil. Doğal olarak da, fikirlerim tartışılmalıdır.
Tasarım kavramını öncelikle ikiye ayırarak
başlamak, anlaşılmasını kolaylaştırmaya yarayabilir:
Doğanın tasarımları ve insanın
tasarımları.
Bu ilk gruplaştırma, tasarım kavramının
temel / özgün niteliklerinden de ilk üçünü ortaya çıkarır.
Birincisi: tasarım, en mükemmel örnekleri
ile doğa tarafından yapılmış olduğuna göre, benzersiz /hayranlık uyandırıcı /
kusursuz olmak özellikleri ile bir sanat eseridir. Sanatın ne olduğu sorusu,
sanat eserinin nasıl ve nice olması gerektiğini içeren bütün sorular, doğanın
tasarımlarında en tartışmasız / en doğru cevaplarını bulurlar.
İkincisi: varoluşundan bugüne / sonsuza
kadar insanoğlunun yapmış / yapacak olduğu gibi, tasarım (eseri) kopya / taklit
edilmek, kendisinden esinlenilmek ve benzerleri ile iletişim / etkileşim içinde
olmak zaafı / zorunluluğu içindedir. Doğayı kopya / taklit edenlerin, hiçbir
zaman doğanın yaratıcı gücüne erişemeyecekleri gerçeği ile yüzleşmek,
kendilerinin de aynı hedefte oldukları bilinci ile durup dinlenmeye /
kibirlenmeye / kendilerinden esinlenenleri küçümsemeye hakları olmadığı
gerçeğini kabul etmek yükümlülükleri vardır. Burada dikkatleri çekmek istediğim
husus, özgün bir tasarım eserinin kenarına köşesine yuvarlak hatlar (radius:
yarıçap) atılarak kopyalanması kadar basit işlemlerden söz etmekte
olmadığımdır.
Doğa tasarımlarının üçüncü özelliği,
hoşgörü kabul etmez bir katılık taşır: insan tasarımları ölümlü, doğa
tasarımları ölümsüzdür. İnsanın da becerebildiği ölümsüz tasarımları vardır
elbette; zaten amaç, bu düzeye erişebilmektir (bir coca-cola şişesinde veya bir
karınca sandalyede olabildiği gibi).
Yukarıdaki her üç özelliğe (şüphesiz)
sahip olmalarına rağmen, doğa tasarımlarını bir başka açıdan analize ( bu
kelimeyi, “analysis: the seperation of a complex material or conception into
its elements” yani “ayrıştırma” anlamında kullanıyorum.) devam edelim.
Görsel / biçimsel / nesnel olarak
algıladığımız doğa tasarımları, ( bakan değil ) gören göz / algılayan beyinde
iki farklı duygu / izlenim / etki yaratır.
Birincisi: sadece sanatsal olup, biçimleri
ile büyüleyici güzellikte olan / gören gözde soyut algılar uyandıran tasarım eserleridir. Bu gruba
bir örnek oluşturmak için gözlerimi bir an için kapattığımda, aklıma ilk gelen
şey, Afrika’nın bilmem ne ülkesinden bir siyahi sevimlinin pazarda satmaya
çalıştığı “dalları bir bilmece gibi birbirine dolaşmış ağaç kökleri” dir.
Herkesin kendi örneği / gözlemleri vardır mutlaka.
İkincisi: Biçimlerinin yarattığı
hayranlığın ardında; doğanın gücünü ve bilimselliğini / teknolojisini ( bilimi
kullanmaktaki beceri / yetenek / usul / tarz ) de sessiz / sözsüz / işaretsiz
ve üstelik mütevazi bir şekilde taşıyanlar. Örnek vermeye kalkışmak, doğaya
saygısızlık olur.
O halde; doğa tasarımlarının her birinin
sahip olduğu ortak üç özelliğini tespit ettikten sonra, birbirleri arasındaki
iki farklılığı da gözlemleme yoluyla değerlendirmiş / kritik etmiş olduk.
“Kritik / critic” kelimesini, burada ( one
who appraises the merit of other’s works, esp. artistic or literary) anlamında
kullandım, ( one who censures ) anlamı ile değil !..
Bu iki farklı tasarımı, “salt sanatsal” ve
“bilimsel tabanlı sanatsal” olmak üzere adlandıracağımız iki gruba bölmüş
olalım. Fakat şunu asla unutmamalıyız ki, salt sanatsal olmakla bilimsel
tabanlı sanatsal olmak arasında, belki de hiç bir fark yoktur, bu farkı belki
de tamamen yapay olarak ben var saymış olabilirim; çünkü her ikisinin de varlık
bulduğu alan, doğanın bilimsel alanıdır. Öyle veya böyle, her ikisi de aynı
bilimsel kökenden geliyor, aynı bilimi kullanıyorlar; dışavurumlarında
(biçimlerinde / işlevselliklerinde...) bir farklılık vardır sadece.
İnsanoğlu, sadece eserlerini değil,
yöntemlerini de kopyalar doğanın. Bundan sonra yazacaklarım, insanın kendisi ve
eserleri ile ilgili olacak; doğayı anlamadan insanı anlamanın olanaksız
olduğuna inandığım için, yukarıda yazdıklarımın da “gereksiz laflar” diye
yorumlanmayacaklarına inanıyorum. Amacım, tasarım kavramına kendi özgün
tarifini getirmek isteyeceklere yol arkadaşlığı yapmak; fikir satıcısı olmak
değil.
Tasarım kavramı; birbirlerini sıra ile
takip eden / birbirlerine bağımlı üç kademeli bir işlemin,
“hayal-projelendirme-üretim” zincirinin,
beyindeki algılanma kalıbının ifadesidir. O bir pakettir, bir bütündür; herhangi bir aşamasından
koparılarak ele alınamaz. Bir nesneye uyarlanmadıkça anlam kazanamaz. “Nesneye
uyarlanmak” mutlaka bir nesne yaratmak anlamını da getirmez; “somuta geçmek / hayat bulmak” anlamını
içerir. Sadece beyinde var olabilen, projelendirilemeyen düşünceler, fikirler
de “tasarım” değildirler. Sıra ile bu üç aşamayı inceleyelim:
Tasarım Kavramında Birinci Aşama
Birinci aşama; insan beyninde bir algılama
/ salt sanatsal veya bilimsel tabanlı sanatsal bir kurgu /hayal /
paylaşılmak-dışa vurulmak istenilen bir duygu / var olmasına ihtiyaç duyulan
bir istek / bilimin, kullanılması için insanda yarattığı bir etki / hayatta
kalabilmek veya hayatı kolaylaştırabilmek için üretilmesi gerektiğini insanın
hissettiği bir nesne... aşamasıdır. Bir düşüncenin ürünü olan her somut şey,
önce düşüncede var olur.
Düşüncenin henüz üretmediği fakat kendi
içinde yarattığı şey, tasarımdır ve soyuttur; henüz varolmamıştır fakat vardır
!.. O bir ruhtur ve düşüncenin kendisini somuta üflemesini bekler. Bazı
şeyleri, çok mükemmel görünmelerine rağmen beğenmez, para vermeye kıyamayız da
olmadık şeylere dünyanın parasını verir, eve geldiğimizde kendimize de şaşarız.
Bazen, başkalarının şaşkınlığa düştüğü basit şeyleri, en değerli parçamız
olarak saklar, hatta sergileriz !.. Çoğu zaman onlar, anıların birer somut
tabusu olmanın ötesinde, onu yaratan ruhun bizim ruhumuzla kurduğu frekansın
objesel / nesnel birer simgesidirler, bilemeyiz. Öyle tasarımlar da vardır ki,
fabrikalarda / atölyelerde üretilemezler de mesela bir şirkete yol gösterir
veya bir komutana savaş kazandırırlar.
Tasarımın somuttaki ifadesi, salt bir
nesne olmak zorunda değildir. Düşünce üretim merkezleri (insanlar) arasında iletişim / etkileşim
kurabilmek için çeşitli yol / yöntem / usul / nesneleri kullanan şiir /
edebiyat / felsefe / matematik / müzik... gibi eylemler de tasarımın somuttaki ifadeleridirler.
Tamamen bilimsel / teknolojik bir alan üzerinde kurgulanmış tasarım
kıvılcımları, yaratıcısının öznel değerlerinden ( ruhundan / sanatsal
yeteneklerinden ) herhangi bir değer taşımak keyfiyetinde olamaz ama içinde
hayat bulduğu beynin (ruhun) öznel ve nesnel yetkinlik ve yeteneklerinden de (
örneğin: eğitim ve yaratıcılık) bağımsız olamaz. Bu bağlamda, bir laboratuarda
çalışan bir kimya mühendisi bile bir tasarımcıdır; öncelikle “düşünme sanatını”
icra ettiği için ve ikincil olarak da, diğerleriyle aynı yolu izlemediği için /
kendi özgün araştırma yolunu çizdiği için. “Konusunun beklentilerine uygun fakat
prensip / disiplin / sistemlerine her zaman bağlı / uyarlı olmak zorunluluğu da
olmayan (bazen tamamen aykırı)... her şey tasarımdır ve soyuttur.” şeklinde
özetleyerek, tasarım kavramının birinci aşamasını böylece irdeledikten sonra;
çok daha kolay anlaşılabilmesi ve ileri aşamalarda bize yol gösterebilmesi
için, bu aşamayı üçe böleceğim:
Salt Sanatsal Tasarımlar: edebiyat /
grafik sanatlar / tekstil / moda / resim ... gibi sanatlar.
Bilimsel Tabanlı Sanat Tasarımları:
mimarlık ve endüstri ürünleri tasarımcılığı
Tamamen Bilimsel Tabanlı Tasarımlar: bütün
mühendislik uğraşları.
Tasarım Kavramında İkinci Aşama
“Tasarım Kavramı” nın ikinci aşaması;
projelendirilmesi, nesnel hale dönüştürülmesi için gerekli sosyolojik /
ekonomik / sanatsal / bilimsel / teknolojik... disiplinlerin araştırılması, bu
disiplinlere uyarlanması aşamasıdır. Burada kullandığım “project: proje”
kelimesinin anlamı “a piece of research” yani “ Derinlemesine inceleme /
araştırma yapılarak uygulanabilirliğini sınamak / sağlamaya çalışmak”
anlamındadır. Hiçbir zaman “planını çizmek” gibi asal bir anlamı yoktur
(gerekli ise elbette “proje” kapsamında “planı” da çizilecektir.) Her
tasarımın, kendi öznel ve nesnel projesi vardır.
İşte, tasarım kavramının en çok
yanılgılara yol açan aşamasıdır bu. Çünkü, “salt sanatsal tasarımlar” da bu
aşama, kendine özgü bir nitelik taşır. Bilimsel girdileri, teknolojik bir
disiplin altında kullanıyor olsalar bile, hiç bir zaman "teknolojiye
bağımlı” değildirler. Bu yönleri ile, diğer iki gruptan ayrılırlar. Hayal /
kurgu aşamasından “imalat / üretim” aşamalarına geçişteki ara süreçte, yani
projelendirme sürecinde, yaratıcılarının öznel değerlerine tamamen bağımlı
fakat teknolojiden diledikleri oranda yararlanmaları ( ve hatta teknolojiyi
aykırı olarak kullanmaları) keyfiyetleri / serbestlikleri vardır.
Sanat denilince akla ilk gelen şeyler, bu grup içinde yaratılmış olanlardır:
resim, heykel, moda, grafik sanatlar... gibi).
“Bilimsel tabanlı sanat tasarımları” nda
ise, bu projelendirme aşaması, mimar / endüstri ürünleri tasarımcıları ile
mühendisler tarafından ortaklaşa olarak paylaşımlı / dayanışmalı olarak
yürütülür. Projelendirilmeleri, tamamen bilimsel / teknolojik alan sınırları
içinde kalmak zorunluluğu taşır. Mimarlar, inşaat / makine / elektrik / jeoloji
...mühendisleri ile işbirliği yaparlarken; endüstri ürünleri tasarımcıları ise
mühendisliğin istisnasız bütün dalları ile dayanışma / paylaşma içine girmek
zorundadırlar ( kimya / metalurji / elektronik...)
Diğer taraftan, tamamen bilimsel taban /
alan üzerinde kurgulanmış tasarım kıvılcımları, sanattan tamamen koparak
mühendislik disiplinlerinin olmazsa olmaz kuralları arasında bilimsel araştırmalar
/ deneyler yapmak yükümlülüğü altına girerler ve proje aşaması, tasarımcısının
sevk ve idaresi (keyfiyeti) altında değil, bilimin / teknolojinin /
ekonominin... kendi öznel ve nesnel kuralları ile belirlenir. Bu tür
tasarımlar, ister kendi başlarına kullanılabilir, ister bir bütünün parçaları
olsunlar; kendi nesnel varlıkları içinde tasarımcısının ruhunu taşımayan,
tamamen teknik / mekanik / dinamik / organik veya inorganik / ekonomik /
bilimsel.... tasarımlar olarak, farklılık gösteren / farklılaşmış
tasarımlardır. Ar-Ge, laboratuar gibi kendi özel ortam ve koşulları altında
kendi özel proje faaliyetleri yürütülür. Sonuçta, (üçüncü aşamada / üretim)
ortaya çıkan ürün, her ne olursa olsun, artık bir “özgün tasarım” özelliği
taşımaz; içinde sanatsal bir öğe yoktur. Hatta, sonuçta ortaya çıkan ürün,
nesnel bir varlıktan çok, sadece bir “formül” bile olabilir. o artık bir “buluş
/ icat / yenileme / geliştirme....”dir. Tasarım, kaynak noktasından çıktıktan
sonra; gerek içeriği, gerek yöntemi ve gerekse nihai ürünü ile şekil
değiştirmiştir. Başlangıçta o tasarımı kurgulamak bile başlıbaşına bir sanat (
düşünme sanatı ) iken, yöntem ve ürün, sanat dışı olmuştur. Elbette ki böyle
bir ürün, sanat eserlerinde de kullanılacaktır, fakat artık kendisi sanat ürünü
değildir. Sanatın hangi dalı olursa olsun, istisnasız varlığını bu buluşlara
borçludur.
Yazımın giriş bölümünü şimdi hatırlayacak
olursak, farklılığı daha iyi kavramak mümkün olabilir. Bir elma, formu ve rengi
ile doğanın bir sanat ürünüdür; içeriği, besleyici değerleri ve vitaminleri ile
de bir mühendislik harikasıdır. “İnsanoğlu, sadece eserlerini değil,
yöntemlerini de kopyalar doğanın” diye yazdığım yeri hatırlayın. Mühendisin
bulduğu bir ilacı, tıpkı bir elma gibi iştah açsın diye, renkli kapsüllerin
içine koymak, kimden neyi kopyalamaktır?
Tasarımın projelendirilmesi aşamasını da (
projelendirilme gereksinimi kendi öznel koşullarına bağlı olan“salt sanatsal”
tasarımları dışarıda bırakarak), ikiye ayırarak incelememiz gerektiğini,
dikkatli okuyucuların anlamış olduklarından kuşkum yok.
Birinci grup: tamamen mühendislik
disiplinleri altında yürütülen projeler;
İkinci grup : mühendislik ve mimarlık /
endüstriyel tasarımcılık disiplinleri altında ortaklaşa yürütülen projelerdir.
Mühendislik disiplinlerini kullanarak,
insanın yaşaması için gerekli her tür nesnenin, kendi özgün ruhundan (az veya
çok ) katılarak tasarımlanması / projelendirilmesi / nihai ürüne dönüştürülmesi
(imal edilmesi) işine “mimarlık ve / veya endüstri ürünleri tasarımcılığı”
denir.
Mimarlık mesleğinde, tasarımın ikinci
aşaması, yani projelendirilmesi, tasarıma amaç olan konunun, yani nesnesinin,
tasarımcısının ruhunu taşımasını gerekli kılar. Küçük bir hap kadar, küçük bir cep telefonu ve binalara kadar,
hatta içinde yaşadığımız kentlere kadar... her nesnede, kendi tasarımcısının
öznel değerlerini bulmak mümkündür / gereklidir. Herhangi bir yedek parça satan
mağazaya gidip, arabanızın eskimiş / yıpranmış / çalışmayan bir parçasını satın
almanızla, kendinize yeni (kullanılmış da olabilir) bir araba almanız arasında
bir farklılık vardır. Arabanızın herhangi bir parçası, bir “mühendislik ürünü”
dür; uymayan bir parçayı satın almak şansınız yoktur. Fakat, kendinize bir
araba almak istediğinizde, seçme şansınız vardır. İmalatında kullanılan
teknoloji / teknolojik ürünler, tercihinizi elbette etkileyecektir; paranız
yeterli ise, mühendislik ve mimarlığın en mükemmel bileşkesine sahip olanı
alabilirsiniz fakat en mükemmeller arasında en son sözü, gene mimarlığın
ruhunda aramak / bulmak zorunda kaldığınızı görürsünüz. Tıpkı bir ev almak istediğinizde,
deniz manzaralı olanını tercih etmek gibi, sizi, tercihinizi etkileyen bir
“sanat”unsuru vardır burada; göz ardı edemezsiniz.
Yukarıdaki örnekleri okuyan kişide. eğer
“mimarlıkla arabanın ne ilgisi var?..” diye bir soru oluştuysa (eğer daha önceden,
bu sorunun cevabını bilmiyor idiyse) bu yazı amacına ulaşmış demektir.
“Endüstri ürünleri tasarımcılığı” özü itibarı ile bir “mimarlık”tır. İlkel
insanın taşı yontarak ürüne dönüştürmesi ile başlayan medeniyet sürecinde, el
ele kol kola gelişip serpilmiş, kendi disiplinlerini yaratmış, sanayi
devriminden başlayarak yollarını her geçen gün biraz daha birbirlerinden
ayırmaya başlamış / farklılaşmış, aynı yöntemleri kullanan iki ayrı
meslektirler.
Bilimsel / teknolojik alan üzerinde
giderek birbirlerinden uzaklaşan; birbirlerini hem iten ve hem çeken iki farklı
kutup gibidirler. Birbirlerinden asla kopamazlar; mimarlık, nihai ürünlerinin
sayısını azaltıp içeriklerini büyütürken (küçük evlerin planlarından kentlerin
/ bölgelerin planlamasına geçiş) endüstri ürünleri tasarımcılığı ise, nihai
ürünlerinin sayısını çoğaltıp içeriklerini küçültmekle ( cep telefonları,
günlük kullanım araç ve gereçleri...) uğraşmakta, bilimsel alan yayılıp büyüdükçe,
birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar.
Tasarım Kavramında Üçüncü Aşama
“Tasarım kavramı bir pakettir / bir
bütündür” demiştim. “Herhangi bir aşamasından koparılarak ele alınamaz. Bir
nesneye uyarlanmadıkça anlam kazanamaz.” O halde, benim, kişisel olarak
herhangi bir nesneye “tasarım ürünüdür” veya “tasarım ürünü değildir” demek
için kullandığım kıstas (kriter) de ortaya çıkmış oldu: “doğa bunu yapmış olsa
idi, bu ne olurdu?..” Bu yazıda, tasarımın üçüncü aşamasını; tasarımın nasıl
ürün haline dönüştürüldüğünü incelemeyeceğim. Aykırı bir iş yapacak ve
“tasarımın üçüncü aşamasına niçin geçilemediğini” irdelemeye çalışacağım. Çünkü, benim
kişisel (mesleğimle ilgili) ve duyarlı bir yurttaş olarak yurdumun endüstrisi /
endüstrisinin geleceği ile ilişkili sorunlarım bu ilk iki aşamada
halledilmeyecek olursa; endüstrinin, üretim (manufacturing) aşamasında dünya
pazarlarında rekabet edebileceği kalite ve ucuzluğu yakalamakta ihtiyaç
duyacağı en önemli avantajdan yoksun düşeceğine / dolayısı ile hiç boşu boşuna
imalat yapmak için uğraşmasına da gerek kalmayacağına inanıyorum. Düşüncemi
tekrar ediyorum: tasarım kavramı bir pakettir / bir bütündür. İlk iki
aşamasının es geçildiği bir ülkede / endüstride asla “tasarım ürünü vardır”
denilemez¸olmayan şey de satılamaz. Olmayan şeylere de kriter sorular
yöneltilemez.
Türkiye’de Endüstriyel Tasarımın Durumu
Yurdumda, gerçekten bu mesleğin önemini
kavramış ve bu yazıya sığmayacak kadar mükemmel bir anlayışla her üç aşamayı da
uygulamakta olan, yurdum ölçeğinde dev şirketlerimiz var. Ancak, Türkiye’nin
küreselleşen rekabetçi dünya pazarlarında yerini alabilmesi; hatta kendi iç
pazarlarını bile koruyabilmesi, sadece bu sayılı şirketlerin çabaları ile
olabilecek bir iş değildir.
Türkiye’nin bütün potansiyeli, (toplam
sanayi kapasitesinin yüzde doksandan fazlası) KOBİ’lerinde gizlidir. Ancak,
benim kişisel çabalarımla (çeşitli zaman ve çeşitli işletmelerle yaptığım iş
görüşmeleri sonucu) tespit edebildiğim üç nedenle, bu potansiyel
değerlendirilememektedir.
KOBİ’lerin çoğu, şahıs veya aile
şirketleridir. Pek çoğu iç pazara ürün yapmaya alışmış, dünya standartlarının
farkında olmayan, farkında olanlarının pek çoğu ihracat nedir bilmeyen... pek
azı yüksek eğitim /kültür / vizyona sahip fakat iyi niyetli ve çalışkan /
dürüst insanlardır bunlar. Çoğunluğu sıfırdan gelmiş oldukları için; muhasebe ile
mühendislik alanları dışında kalan “endüstriyel tasarımcılık” gibi mesleklere
şüphe ile bakarlar. Alışagelmiş oldukları gibi, ürünlerinin tasarımlarını ya
kendileri yaparlar, ya da teknik ressamlara veya kalıp konstrüktörlerine
yaptırırlar.
Mühendis çalıştıranları için zaten hiçbir
sorun yoktur; tasarımın her üç aşamasını da mühendislerine yüklerler (
mühendisin tercih hakkı yoktur). Gerçekten dünyanın farkına varmış, bir
şeyler yapması gerektiğini gören işletme sahiplerinin ise maddi olanakları kısıtlıdır. Bilgisayar
yazılım fiyatlarının inanılması güç dolar bedelleri bir yana,
işe alacakları bir tasarımcıyı en az bir
belki de iki yıl hiç bir randıman alamadan beslemenin (!) maliyetini
hesaplamak, onları “insana yatırım yapmak” fikrinden derhal caydırır. Bu
fedakarlığı göze alacak olanlar için, gene bir başka
kuşku vardır hiç şüphesiz; yetişmiş elemanı elde tutabilmek hiç de kolay
olmayacaktır.
Üçüncü tespitim ise, kendim ve kendim gibi
olanlarla ilgili: özellikle yeni mezun olduğu ilk yıllarda, ayakları yere
basmayan tasarımcının tek hedefi / rüyası, yurdumun dev şirketlerinden birinde
iş bulmak, paraya ve prestije sahip olmaktır. Zamanla hedefler giderek küçülür;
idealist olanlar KOBİ’lerden birine razı olurlar fakat büyük çoğunluk, iç
mimarlık gibi mesleklere yönelir.
Para kazanamasa bile prestiji (!) olur;
arkasında bıraktığı KOBİ sahiplerinin ödedikleri vergilerle devlet okullarında
okuduğunu unutur.
Sonuç
Doğanın kendisi, bir bilimsel alandır;
doğa, bütün ürünlerini bu alan üzerinde, kendi özgün bilimsel disiplinleri ile
yaratmıştır. İnsanın sosyo- ekonomik hayatında bu alanın karşılığı
“mühendislik” tir. En aykırı, en uçuk ve disiplinleri yok varsayan en uç
nesneler / tasarımlar bile, bu alan olmadıkça hayat bulamazlar. Halk dili ile
“yamuk yumuk” bir heykelin varlığını, doğada başkalaşmış / bozukluğa uğramış
organik veya inorganik bir varlık formunda da bulabiliriz. Gerçek (salt)
sanatçı, kendi kurgusal dünyasında, doğa değilmidir? Yorumu, okuyuculara
bırakarak, yurdumun endüstriyel gelişimi için gerekli olduğuna inandığım /
tartışmaya açılmasını istediğim düşüncelerimi sıralıyorum:
Mühendisler / teknik eğitim almış
insanlar, ( özel koşullar / ürünler ile özel kişiler yani yaratıcı, yetenekli
ve üstelik tasarım konusunda yüksek lisans yapmış olanlar hariç) endüstriyel
ürünlerde kabuk tasarımı yapmaktan kaçınmalı fakat tasarım yapılacak ortamı ve
koşulları tasarlamalı / yaratmalıdırlar; mühendislik ürünleri su ve hava gibi
“olmazsa olmaz” dırlar fakat arka planda, görünmez ve hissedilmez değildirler.
Onların yokluğunda, hayat da olmaz; sanat hiç olamaz. Burada bir parantez de
açmalıyım: Aynı üründe aynı teknolojiyi kullanan / kullanmak zorunda kalan
mühendislik biliminin tek silahı biçim / form / estetiktir. Bu bakış açısı
unutulmamalıdır.
Endüstri Ürünleri Tasarımı dersleri,
özellikle kapalı akademik ortamlarda veriliyorsa, hiç değilse kilit dersleri
vermek üzere mühendislerden “profesyonel öğretim üyeleri” olarak mutlaka
faydalanmalıdırlar. Öğrenciler, “lay lay lom” havasından kurtarılmalıdır.
Bu eğitimi alan öğrencilere, mutlak
surette meslek bilinci aşılanmalı; hatta orta öğrenimde bu bilince erişmiş ve
istekli öğrencilere okula kabulde öncelik tanınmalıdır (?). Okul, mimarlık
fakültesini kazanamayıp gelenler için bir “arka bahçe” olmaktan
kurtarılmalıdır.
Mezun olan talebeler takip edilmeli,
profesyonel hayatta edindikleri tecrübelerini okumakta olan arkadaşları ile
paylaşmalarına olanaklar sağlanmalıdır.
Öğrencilerin, KOBİ’lerde staj görmeleri
sağlanmalı, Türkiye’de endüstriyel gelişimin KOBİ’lerle sağlanabileceği bilinci aşılanmalıdır.
Yurdum ölçeğinde dev şirketlerde kendilerine yer kalmadığını görerek, hayal
kırıklığına uğramaları (!) önlenmelidir. KOBİ’lerle işbirliği yapılmalı, ortak
projeler geliştirilmeli ve öğrenciler arasında tasarım yarışmaları açılmalı;
kazanan öğrencilere teşvik olmak üzere, adlarına patent alınarak yarışma ödülü
olarak ödenecek para, patent hakkının devrine sayılmalıdır. Patent, paradan
daha tesirlidir.
Bütün KOBİ’lere mutlaka ulaşılmalı;
bırakın mühendisleri, teknik ressamlar / kalıp kostrüktörleri ile model / biçim
tasarlamaya / geliştirmeye çalışan girişimcilerimize “endüstriyel tasarım”
anlatılmalı hatta beraber çalışacakları mezunlar temin edilmeli / bu konuda
girişimci ile mezunlar arasında köprü kurulmalıdır. KOBİ’lerin tasarımcıya
yatırım yapmaları teşvik edilmelidir.
Mutlak surette, “Öğretim Üyeleri / İlgili
Bakanlık Yetkilileri / KOBİ Sahipleri / İlgili görülen tüm kişi, kuruluş veya
kurum temsilcileri” nden oluşan özel bir organ kurularak; ihracata dönük, milli
/ kültürel yapıya dayalı bir tasarım / üretim politikası oluşturulmalı / bu
politika doğrultusunda KOBİ’lere gerekli maddi destekler sağlanmalı /
bürokratik zorunluluklar törpülenmelidir.
Endüstriyel Tasarım için atılacak pek çok
adım daha var !..
Bu makale, İst.Üsküdar 9.ncu
Noterliğinde 11 Ekim 2002 tarih ve 33172 no.su ile adima tescil edilmiştir.
Özlem (Yan) Devrim
Endüstriyel Tasarımcı / Trend Danışmanı
Uygulamalı Fütürist (Applied Futurist)
Uygulamalı Fütürist (Applied Futurist)
@trendssoul
Sayfa güncelleme tarihi : 10.01.2016
Sayfa güncelleme tarihi : 10.01.2016